21 Aralık 2010 Salı

KARA ÜTOPYALAR


Der mensch: TELEVİZYON ABSÜRTLÜĞÜ APTALLIĞI VE SAÇMALIĞI HAREKETE GEÇİRİR VE ÖDÜLLENDİRİR. diyorsun makalende ve hem 1984 te hem de cesur yeni dünyada sonuçta bilinci yitirtilmiş insan yığınları var.

Üstinsanın izinde: Evet her iki romanda da bilinçlendirerek bilinci uyuşturulmuş insanlar var ve her iki romanda da televizyon kitleleri kontrol etme ve şekillendirme de önemli bir araç olarak görülüyor tek bir farkla, Huxley: insanların bir süre sonra bu bilinçsizleştirmeden, absürtlükten ve saçmalıklardan zevk almaya başladıklarını belirtiyor. Orwell ise: Daha baskıcı ve kontrolcü bir dünya resmediyor.

Der mensch: Ve günümüzde de böyle haberlere baktığında gerçekler değil komik ve şapşal olanlar prim yapıyor akla uygun olmak değil anlık tepki almak önemli

Üstinsanın izinde: Elbette öyle, çünkü gerçek kimliklerin gerçek karakterlerin gerçek yaşantı ve tecrübelerin görsel ve gösterisel bir değeri yok. Kitleler o anda kendilerini neşelendirecek eğlendirecek bir kaç saniye sonra da unutuverecekleri durumları izlemek ve bunların bir parçası olmaktan mutluluk duyuyorlar. Oysaki 19. yüzyıl öncesinde böylesine özel durumların veya absürtlüğün kamusal alanda yeri yoktu.

Der mensch: Batı da devleti ele alırsan gene absürtlüğe yer yok.

Üstinsanın izinde: Aslına bakarsan gerek bu tezi yazarken gerekse bu makaleyi yazarken çok kararsız kaldım. Huxley mi Orwell mı diye? Ama Huxley bir adım daha önde çünkü Orwell'ın dediğinin aksine bugün insanlar takip edilmekten, kontrol edilmekten bile tuhaf bir zevk alıyorlar hangimiz güvenlik kameralarına poz vermiyoruz ki ya da hangimiz telefon dinlemeleriyle alay etmiyoruz, hangimiz kredi kartlarımızın takibine karşı çıkıyoruz? Hangimiz bir kamera gördüğümüzde hemen gösterinin bir parçası olmaya çabalamıyoruz? Görmek ve bir adım ötesi olan gösterinin bir parçası olmak hayatımızın merkezi konumuna yükselmiş durumda.

Der mensch: Öyle saçma ki en azından benim açımdan, taksime kendini izleyebildiğin ekranlar koymuşlar insanlar gidiyor şempanzelikler yapıyor ve kendini izliyor kendi aptallığına gülüyor aynı anda hem görünüyor hem gösteriyor.

Üstinsanın izinde: İşte demek istediğim tam anlamıyla bu, herkes görünmek istiyor görünmesine yardım edecek olanın da kesinlikle gösteri değeri olan şeyler olduğunun bilincindeler. Bu nedenle soytarılıkta, aptal yerine konmakta, özel hayatını ortaya dökmekte yalan yanlış ve uyuşturucu haberlerle bombardımana tutulmakta önemli değil. Yeter ki görünmeme faydası olsun gösterinin hem parçası hem yaratıcısı olmak istiyor kitleler.

Der mensch: Ve sonuçta kendilerini ve değerleri tüketmeye başlıyorlar ve Ali Yaşar Hocanın dediği gibi şizofren bir kimliğe bürünüyorlar.

Üstinsanın izinde: Kesinlikle haklısın Sahip olduğumuz maddi değerlerin hoyratça ve vahşice tüketimi eleştirilirdi eskiden, şimdi ise daha vahim bir durum var sadece maddi değerler değil manevi, kültürel, siyasal ve özel değerlerde mübadele edilmeye başlandı.

Der mensch: ama günümüzle romanlarımızın tek farkı şimdilerde insanlar sınıfsızlaştırılıyor romanlardaysa en azından ait oldukları bir yer var.

Üstinsanın izinde: Romanlarda da insanlar sınıfsızlaştırılıyor; dikkat ettiysen aynı soyadını taşıyorlar, birebir aynı tarz evlerde yaşıyor, aynı şeyleri tüketiyor, aynı şeyleri izliyor, aynı ayinlerde şarkılar söyleyerek, dans ederek kendilerinden geçiyorlar. Bana romanlardaki o şarkılı danslı ayinler hep bugünün diskolarını hatırlatırdı okurken.

Der mensch: Sımsıkı sar, tatlım beni;
Öp beni komalara gireyim:
Sarıl bana tatlım, sar beni;
Aşkın alır somanın yerini. (Soma)yı cesur yeni dünyayı okuyanlar bilirler…açıklama yapmayalım bilmeyenlerde merak uyansın…


Üstinsanın izinde: Görüyorsun bilinci kör eden şeyler üzerinde durulmuş; ister uyuşturucu olsun, ister cinsellik olsun, gösteri olsun, isterse de tüketim olsun önemi yok bilinci kör etsin yeter. İnsanlar farklılıklarının farkında olmasın, hiçbir şeye kafa yormasın, her şey bombardıman şeklinde onlara anlatılsın ama onların tepki verecek mecalleri kalmasın.

Der mensch: O zaman Huxley’le devam edecek olursak 'Ve film mutlu! ve uygun bir şekilde son buldu.'bulsun. Her acı cefa unutulup uyuşulsun…

Üstinsanın izinde: İhsan Oktay Anarın ilk kitabını hatırlarsın ‘puslu kıtalar atlası’ ana fikri şuydu: hangisi gerçek rüyalar mı yaşadığımız hayat mı? İnsanlara bak bir sanki diziler gerçek haberlerden gerçek hayattan daha ciddi konuşulup tartışılıyor. Devam edelim Huxley’le daha öncede dediğim gibi Huxley’e göre, insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünce yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır. Orwell, kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley’in korkusu, kitap okuyacak kimsenin kalmayacağı şeklindeydi. Orwell, bizi enformasyonsuz bırakacaklardan, Huxley, pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlardan korkuyordu. Orwell, hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley, hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. Orwell, tutsak bir kültür haline gelmemizden, Huxley duygu sömürüsüne dayanan içki alemleri ve tek başına ipe asılı bir tenis topuyla oyalanmak gibi şeylerle ömür tüketen önemsiz bir kültüre dönüşmemizden korkuyordu... Kısaca Orwell bizi nefret ettiğimiz şeylerin mahvetmesinden korkarken, Huxley bizi sevdiğimiz şeylerin mahvedeceğinden korkuyordu. Bugün dünyamıza, toplumumuza ve kültürümüze baktığımızda Huxley’in daha haklı çıktığını ve giderek ‘‘Cesur Yeni Dünya’’ya daha da çok yaklaştığımızı söyleyebiliriz. Demiştim makalede durumu çok güzel özetliyor aslında.

Der mensch: Zaman, ölüm ve tanrı unutulduğundan olabilir mi dizilere bağlanışımız?

Üstinsanın izinde: Modernizm zaman algımızı çok değiştirdi aslında deformasyona uğrattı sürekli zamandan bahsediyoruz ama aslında zamanın farkında değiliz zamanda tutunmak için özel günler icad ediyoruz.
Ölülerimizi dahi hatırlamak için ölüm yıldönümü diye tuhaf bir şey icat etmek zorunda kaldık.

Der mensch: Ve matemi alkışlarla süsledik

Üstinsanın izinde: ölümse modernizmle birlikte tamamen unuttuğumuz bir şey ölümü sadece bir yakınımız öldüğünde yada kötü bir hastalığa yakalandığımızda hatırlıyoruz Ölüm yıldönümlerinde bile ölümü hatırlamıyoruz aslında yoksa senin de dediğin gibi matem alkışlarla süslenecek bir şey değil ölümü gerçekten hissetsek içimizde o törenlerin gösterisel değeri kalmaz ve bir süre sonra kaybolur giderler.

Der mensch: Evet ama yok edilmek istenen de bu değil mi acı çekmek mutsuz olmak o zaman tüketimden uzaklaşırız bu ise asla istenmez

Üstinsanın izinde: Elbette modernizm acıyı mutsuzluğu yok etmek istiyor sürekli bir haz ve mutluluk hali yaratmaya çabalıyormuş gibi görünüyor sanki üzülecek sıkılacak hiçbir şey yokmuş gibi bir ruh hali yaratıyor. Ama aslında gerçekte olan bu değil etrafımızda canımızı sıkacak birçok şey var ama gündelik hayatımız o kadar tıka basa doldurulmuş ki bırak başka insanların sıkıntılarını kendi dertlerimizi bile düşünmeye vaktimiz kalmıyor şu diziden sonra sinemadan sonra şurada yemek yedikten sonra, şu şarkıyı dinledikten sonra, alışverişten sonra, cafede oturduktan sonra sürekli erteliyoruz ama o zaman hiç gelmiyor yorgun düşüp dalıyoruz uykuya şanslıysak rüyalarımızda görüyoruz dostları veya sıkıntılarını sıkıntılarımızı

Der mensch: O zaman senden alıntılarsak Sorun televizyonun bize eğlendirici temalar sunması değil bütün temaların eğlence olarak sunulmasıdır. Buda egoist insanlar mı ortaya çıkartıyor?

Üstinsanın izinde: Evet televizyon bütün temaları eğlence olarak sunuyor insanların kavgalarını ailevi problemlerini ve hatta cinayetleri bombaları savaşları bile eğlence oalrak izliyoruz ilk körfez savaşını hatırlarsın

Der mensch: Evet

Üstinsanın izinde: Karanlıkta uçuşan ışık parçaları halbuki onlar insanların üzerlerine yağan bombalardan başka bir şey değillerdi. Senin de dediğin gibi bu durum egoist benmerkezci ve narsist bir ruh haline sebebiyet veriyor.

Der mensch: Ve biz de zevkle izledik o olan biteni yeri gelince şaşırarak yeri gelince gülerek ama bilincimize ise bir korku yerleşti hiç fark ettirilmeden.

Üstinsanın izinde: Ali Yara hocanın da Durkheim ve Freud’dan alıntılayarak dediği gibi insanın ikili bir varoluşsal yapısı var. Dolayısıyla günümüz kültürünün de öyle kimisi akıl-duygu kimisi rasyonel- irrasyonel kimisi iyi-kötü yönler diyor ne denirse densin bunlardan hangisinin baskın olacağına eyleyenler yani bizler etkide bulunuyoruz.

Der mensch: Bizler mi yoksa Orwel dan alıntılayarak devam edeyim 'Ama amaç yaşamak değil, insan kalmaksa, bunun ne önemi olabilirdi? Duygularınızı değiştiremezlerdi; siz kendiniz bile isteseniz değiştiremezdiniz onları.' kahraman böyle düşünürken bütün düşünceleri inançları değişmiş buldu kendini kestane ağacının altında

Üstinsanın izinde: Ama yukarıda anlattığımız gibi kör bilinçler, bu bilinci yaratanlar bile artık bunu o kadar bilinçli şekilde yapmıyorlar. Yani önüne geçilemeyen kontrol edilmesi zorlaşan bir durumla karşı karşıyayız. Romandaysa o, direndiğini zannetti ama direnemedi çünkü ne yaparsa yapsın o yapının dışında kalması mümkün değildi. Bugünün negatif yanı ağır basmaktadır. Bunu söylerken, postmodern kültürü kapitalizm gibi maddi bir zemin üzerine inşa olarak görmenin; bu zeminin moral değerleri dışlayan şekilde tamamen gösterişçi ve egoistik şekilde döşenmiş olduğunun önemi göz önünde bulundurulmaktadır. Egoizm ve gösterişçilik birbirini beslemektedir. Egoist olan, gösterişi, kendini ön plana çıkarmanın en önemli kaynağı olarak görmekte, gösterişçilik de, kendini başkalaştıran farklara sahip bir egonun varlığına işaret etmektedir. Egoizmin dışa vurumu olarak gösterişçilik, son tahlilde sahip olunan özel değerleri bile değersizleştirirken; aynı zamanda onları ilgi çekme uğruna sıradanlaştırmaktadır, bu ifade aslında bu hale pekte Orwel'ın bahsettiği gibi zorlama ve baskıyla gelmediğimizi gösteriyor.

Der mensch: Bu durum sadece daha çok tükettirmek için mi oluşturuldu yani?

Üstinsanın izinde: elbette sadece amaç o değil aynı zamanda bir araç, daha kontrol edilebilir varolan yapıyı sürdürmeye engel olmayacak bir yapı yaratmak amaç bu anlattıklarımızda bunun yapı taşları bak makalede ki şu kısım çok iyi özetliyor durumu: N. Postman’a göre, bir kültürün ruhunun tükenmesinin iki yolu vardır. Birincisinde (Orwell’cı yol), kültür bir hapishaneye dönüşürken, ikincisinde (Huxley’ci yol), kültür bir hicve dönüşür. Huxley’in bize öğrettiği, ileri teknoloji çağında ruhsal tahribatların, görüntüsü kuşkuculuğu ve nefreti yansıtan birinden ziyade, güler yüzlü bir düşmandan kaynaklandığı düşüncesidir. Huxleyci kehanette gardiyanlara, kapılara ya da hakikat bakanlıklarına gerek yoktur. Büyük birader bizi kendi isteğiyle gözetlemez. Biz onu izleriz. Bir halk anlamsız şeylerle eğlendiği, kültürel yaşamın aralıksız eğlence turları şeklinde tanımlandığı, ciddi kamusal konuşmaların bebeklerin çıkardığı seslere benzediği, halkın kendisinin bir izleyici kitlesine döndüğü zaman artık ulus riskle yüz yüze gelmiş, kültürün ölümü açık bir olasılık halini almıştır. Huxley,‘‘Cesur Yeni Dünya’’daki insanların başına gelen belaların, onların düşünmek yerine bunlara gülmelerinden değil, neye güldüklerini ve düşünmeyi neden bıraktıklarını bilmemelerinden kaynaklandığını anlatmaya çalışmaktadır.
Gerçekten de artık baskıdan kitapları yasaklayan ve yakanlardan bizi dinleyenlerden korktuğumuz için böyle bir toplumsal yapı oluşmadı düşünmeyi bıraktığımız üzerimizde yaratılan tahribatlardan tuhaf şekilde zevk almaya başladığımız için oldu

Der mensch: Ali yaşar hocanın deyimiyle 'Sonunda mutlu bir toplum/dünya tesis etmeye yönelmişken somut durumdan (ve bu dünyadan) alabildiğine kopup hiçbir şeye çözüm getirememiş mutsuzlar haline gelmiyor muyuz?'

Üstinsanın izinde: Aslında insanlar mutlumu mutsuz mu olduklarının dahi farkında değiller çünkü bunu düşünmüyorlar.

Der mensch: İçinde bulunduğu durumdan ama nerede olursa olsun şikayet eden insan yığınları yaratıldı sanırım.

Üstinsanın izinde: Sadece şekillendirilmiş hayatlarını rollerini adeta bir paket program gibi kurup yaşıyorlar Elbette sürekli bir şikayet halindeyiz ama bunun için bir şey yapamaz hale geldik

Der mensch: Hiç bir şey olmadıklarının farkındalar ve hak etmedikleri yerdeyim psikolojisiyle yaşıyorlar sürekli

Üstinsanın izinde: Çünkü düşünceyle eylem arasındaki bağ koptu, gösterişçi veya duygu öteci ve ya son insanın eylemde bulunması imkansız hale geldi. O kendini tehlikeye atacak hiçbir eylemde bulunmaz dahası bunu düşünmez bile. Medya, modern toplumda, yalnız insan etkinliğini tüketimle çevreleyen kâr anlayışıyla değil, aynı zamanda kitlesel coşkunluklar aracılığıyla bilimin, sanatın ve siyasetin bir tür vitrin içinde sergilendiği gösteri anlayışıyla da, kişiliği nesnelleştirmektedir. Gösteri toplumu tanımlamasını haklılaştıran bu olgu, kişiliği, yaşamak ve inanmak arasında bir tercih içine sokmaktadır. Kendimiz gibi olamamak çaresizliği, bizleri genelleştirilmiş bir başkası gibi olmaya itmektedir.

Der mensch: Cesur yeni dünyada şöyle bir sahne var: ‘Aşağılayıcı bir kararsızlıkla kıvranarak bekledi –eğer yardım etmezse ölebileceklerini, ama ederse kendisinin de ölebileceğini düşünüyordu’ işte bu ikilemler bitiriyor bizi, ama bunların dışına çıkabilmek için de bir şey yapamaz hale geldik

Üstinsanın izinde: Sık sık karşılaşmıyor muyuz bu durumla yolda biri düşse ölse kalp krizi geçirse yanından geçip gidiyor insanlar.

Der mensch:Aman başıma iş almayayım düşüncesi

Üstinsanın izinde: Modern kayıtsızlık öyle bir hale geldi ki artık bırak insanlarla gözgöze gelmekten kaçınmayı yanımızda kendini yaksa ölse bile yanımızdan geçenlere bakmaktan çekiniyoruz çünkü herkes yabancı ve yabancı tehlike ama ya kendimize yabancılaştığımızda ne olacak, ki yabancılaşıyoruz. Onu da intihar rakamlarında ki artış açıklıyor sanırım.

Der mensch: Peki günümüzde insanlar ne tüketici mi? tüketilen mi? modern mi? post modern mi? kapitalist mi? post modern kapitalist mi? Ya da ‘hiç’ler mi?
Üstinsanın izinde: Aslında günümüzde bir tanımlamaya ihtiyaç duymuyor insanlar tanımlamalardan kaçıyorlar daha doğrusu tanımlandıklarında hapsedileceklerinden, farklı olacaklarından, farklılıkları nedeniyle dışlanabileceklerinden, korkuyorlar aslında

Der mensch: İnsan mı peki? yoksa hayvanlaştık mı?

Üstinsanın izinde: Aslında insanlar ne olduklarını bilemeseler de ne olmadıklarını çok iyi biliyorlar ancak bunu dahi söylemeye çekiniyorlar

Der mensch: Makalenden alırsam şu tanım cevaplıyor belki biraz: ‘Bireyin kişiselliğini ortaya koyma çabası genel bir kayıtsızlıkla karşılaştığında kendinin diğerlerinden farklı olduğunu gösterme çabası ortaya çıkmakta, hatta sonunda insan kasıtlı bir şekilde tuhaf olmaya teşvik edilmektedir.’

Üstinsanın izinde: Aslında tuhaflık genelleşti

Der mensch: ne olmadıklarını biliyor ama söyleyemiyorlar

Üstinsanın izinde: Eskiden üstü örtülü yaşanan tüm tuhaflıklar bugün gösteri dünyasını birer parçası haline geldi

Der mensch: Toplu seks - poplu seks, Ford’la neşelen,
Öp kızları birleşsinler.
Oğlan kızla huzur bulur;
Toplu seks - poplu seks uçurur cesur yeni dünyadan bir şarkıyla devam edeyim istedim.

Üstinsanın izinde: Aslında burada anlatılan cinsellikten öte bir şey tektipleşmeye bir vurgu var aslında insanların farklı olayım derken farklılığın genelleşmesi nedeniyle tektipleşmesi durumunu yaşıyoruz.

Der mensch: Sanırım bu durumu da Orwel özetliyor: ‘Temel ilke, bir parti üyesinin hiçbir boş vaktinin kalmamasıydı, yatakta olmadığı zamanlarda yalnız kalmamalıydı. Çalışmadığı, yemek yemediği ve uyumadığı zamanlarda genel bir uğraşa katılmalıydı; yalnızlıktan hoşlandığınızı belirten en ufak bir şey yapmak, kendi başına bir yürüyüşe bile çıkmak tehlikeli olabilirdi.’

Üstinsanın izinde: İşte bu nedenle bu hale geldi televizyonlar hem insanların bir araya gelip bir şeyler yapmalarını konuşmalarını düşünmelerini istemeyeceksin hem de onlara yeterli şartları sağlamayacaksın bu ancak onların tüm zamanlarını ve zihinlerini dolduran bir şeyle mümkündü oda televizyondan başkası değil. Ancak insanlar 1984 dekinin aksine zorunlu olarak belli saatlerde televizyonu açmak zorunda tutulmuyorlar artık tuhaf şekilde bunu isteyerek yapıyorlar kendilerinin uyuşturulduklarının ve zamanlarının doldurulmaya çalışıldığının farkında oldukları halde bundan bir zevk alıyorlar İşte nüans noktası bu Yoksa Orwell hatalı öngörülerde bulunmadı o sadece baskıyla korkutmayla insanların itaat edeceğini düşündü.

Der mensch: bulunmadı ama bulunduğu şartlarla gayet başarılı ikisi de.

Üstinsanın izinde: kesinlikle başarılılar.

Der mensch: tek bilmedikleri kapitalizmin bunca acımasızlaşamayacağı ütopyalarının gerçekleşemeyeceğiydi belki de.

Üstinsanın izinde: Ütopyalar gerçekleşmedi ama kara ütopyalar maalesef gerçekleşti.

Der mensch: insanın ihtiyaç duyacağı her şey sıradanlaştı din bile tüketildi, var ama kimse ihtiyaç duymuyor sanki.

Üstinsanın izinde: duymaz olur mu, din bile gösterişçi şekilde tüketiliyor dinle alakasız insanları televizyon kameraları önünde cuma namazı kılarken ya da kiliseye giderken görüyoruz.

Der mensch: ‘İster politik ister eğitici isterse kültürel içerikli olsun sonuçta niyet anlam ileterek kitleleri anlamın egemenliği altına almaktır’ diyorsun makalende ne demek tam anlamıyla bu?

Üstinsanın izinde: Baudrillard’a göre kitlelere sürekli bir mesaj bombardımanı var kitleleri yönetmek ve yönlendirmek amacıyla sürekli, mesajlara anlamlar yüklenerek kitleler mesaj bombardımanına tutuluyor. Ama artık kitleler bu mesajların içerdiği anlamı önemsemiyor onların tek istediği gösteri izlemek ve dahası gösterinin bir parçası olmak. Gösteri içermiyorsa ne politika ne kültür ne din ne savaşlar ne de diğer değerler umurlarında değil.

Der mensch: O zaman tek amaç tüketmek.

Üstinsanın izinde: Hayır tek amaç değil, yukarıda da dediğim gibi sadece amaç da değil aynı zamanda araç. Kominist teorisyenler gibi komplo teorisi perspektifinden bakıp tüketen, üretmeyen kitleler yaratılıyor dememek lazım. Elbette bugün içinde bulunduğumuz durum büyük ölçüde kapitalizmin bir sonucu ama bu sadece ekonomik bir bakış açısı olur. Ancak bugün içinde bulunduğumuz durumu açıklamaya yetmez, bugün içinde bulunduğumuz durumun kültürel siyasi bireysel psikolojik ve sosyolojik de yönleri var.

Der mensch: Ali yaşar hoca şöyle söylüyor ''-modern olmak, ’kalkınmış’ yani üretim kapasitesi geniş bir toplum olmaktı. Batı dışı toplumlarda üretimin simgesi olarak fabrika olgusundan çok fabrika fikri tutmuş ve önemsenmiştir. Aynı şey üniversite, parlamento vb. içinde söylenebilir. Neticede, batılılaşma doğrultusunda üretimcilik tutkusu, tüketimci bir olguya dönüşmüştür.

Biz teknoloji tüketiyoruz oysa üretimimiz hiç yok ve bunu düşünemeden mutluyuz şimdi belki ama sonumuz ne olacak nereye gidiyoruz

Üstinsanın izinde: Kapitalizm başlangıçta üretimi temel alan bir yapıydı, ancak büyük ölçüde ve sürekli genişleyen bir tüketim olmadan devam edemeyeceğini çabuk anladı ve tıkandıkça yeni pazarlar buldu. Pazarlar tükenince tüketim de şekil değiştirdi ihtiyacı karşılamak gibi bir anlamın ötesine geçti, fakat bu değişim bir gün kapitalist değerlerin de hatta tüm değerleri tüketen bir yapının ortaya çıkmasına neden oldu. Sonumuzun ne olacağını bu toz duman içinde söylemek zor. Ancak Nİetzsche bir çıkış yolu sunuyor bir ölçüde keşke hep bahsettiği başyapıtını çıldırmadan tamamlayabilmiş olsaydı son insanı aşmak diyor, ama nasılı konusunda eksik kalıyor.

Der mensch:Bir de daha ilginç bir nokta batı artık doğuda ürettiriyor ve markalarıyla kötü olanı fahiş fiyatla gene 3.dünya ülkelerine pazarlıyor ucuza çalışıp pahalıyı ucuzmuş gibi tüketiyoruz sanki.

Üstinsanın izinde: Evet haklısın tüketim pazarı olarak görülmüyor artık 3. dünya aynı zamanda ucuz işgücü olarak da görülüyor.

Der mensch: Zaten Orwell da Kim orta Afrika’yı ya da Güney Hindistan’ı ya da Ortadoğu’yu ele geçirirse, sanki bedavaya çalışan yüzlerce milyonu da emri altına almış demektir diyor.

Üstinsanın izinde: Haklı, kapitalizmin çıkışındaki emperyalizm şekil değiştirdi ama devam ediyor.

Der mensch: Orwel da ‘Partinin iki amacı vardır: yeryüzünü tümüyle ele geçirmek ve bağımsız düşünme olanağını sonsuza dek ortadan kaldırmak’ diyor. Cesur yeni dünyada vahşi ise: ‘Ben keyif aramıyorum. Tanrı’yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum, günah istiyorum.’ Diyor ve şu yanıtı alıyor karşısındakinden: ‘Aslında siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz.’ Bizde bu hale geldik mutsuz olma hakkımız yok sanırım ama üzerimizde sürekli bir doyumsuz hissetme dayatmasıysa önlenemez bir şey.

Üstinsanın izinde: Ama baskıyla bu asla tam anlamıyla mümkün olmuyor işte bir yerden mutlaka bir sızıntı bir patlak oluyor. Ama insanları düşünemeyecek hale getirirsen bu daha kolay hale geliyor. Evet mutsuz olma, düşünme, hissetme, hislermizi yaşabilme, eyleyebilme, varoluşumuzu şekillendirebilme, gerçek anlamda paylaşabilme, bir an için olsun durup hayata insanlara dünyaya bakabilme hakkımız elimizden alındı. Keşke sadece baskı ve kontrol olsaydı da sen beni ben seni satsaydım o kestane ağacının altında, ama maalesef durum daha vahim ve biz bu vahim durumdan pek de rahatsız değiliz ve haz duyuyoruz.

Der mensch: öyleyse son sorum: Herkes biraz tanrıyı mı oynamanın peşinde insan olmayı unutup yada bundan uzaklaşıp? egoist ve narsist bir halde yada yalnız ve korkak egoistler mi olduk?

Üstinsanın izinde: Aslına bakarsan kimsenin bir şey olmak umrunda değil an'ı kutsallaştıran bu yapıda sadece zamanı sonsuz anlara bölüp hepsini haz alarak yaşamayı hedefliyor insanlar ölümü üzüntüyü savaşı ve mutsuzluğu bile haz alarak yaşamak istiyorlar

Der mensch: o zaman noktayı koy artık

Üstinsanın izinde: Ali Yaşar Hoca koymuş noktayı bana ne hacet ben aracılık edeyim: ‘Kriz bireyleri insansızlaştırarak derinleşiyor, derinleştikçe insansızlaştırma yeni bir form ve hayat tarzı olarak kendini gösteriyor. Bu durum ise krizi kriz olmaktan çıkarıp günlük hayatta olağan hale getiriyor. Bireyler ıstırap duymadıkları sözde kriz karşısında kaçışçı bir tavır alarak o krizi sanal olarak şekilde alt etmeye yöneliyorlar: yani tüketiyorlar, teknolojiyle oynuyorlar, egoist çıkarları maksimum kılmanın acımasız savaşını veriyorlar, somut ve maddi olanı baş tacı ediyorlar. Yeni bir medeniyet değil, adeta insansızlaştırılmış bir dünya kuruyorlar.’’

12 Ağustos 2010 Perşembe

Kalvenist İslam Ve Cemaatler


DERMENSCH: Kalvinizm kavramların içini boşaltıp tabuları mübah kılmayı mı amaçlıyor?

ÜSTİNSANIN İZİNDE: tabiki bi içini boşaltma söz konusu dinin içini boşaltarak onun sadece tasarruf üretim çalışkanlık gibi değerlerini alarak kapitalizme uyguluyolar.

DERMENSCH: peki kalvinizm ne tam olarak hristiyanlıktan başlayarak kısaca anlatırsak?

ÜSTİNSANIN İZİNDE: Kalvenizm, Jean Calvin'in 16. yüzyıl başlarında ortaya attığı görüşlere dayanarak kurulan bir Hıristiyanlık mezhebi. Kalvincilik, toplumsal kurumları; gelenekçi din anlayışına göre değil de, Hristiyanlığın başlangıcındaki özüne göre düzenlemeyi savundu. Bu amaçla bilimsel gelişmelere koşut bir eğitim-öğretim uygulamaya çalışarak yeni bir teknoloji oluşturdu. Çalışkanlığı dürüstlüğü ön plana çıkarıyorlar lüksü israfı yasaklıyorlar ama ortaya çıkardığı sonuçlara baktığımızda oluşturduğu kalvenist ahlak kapitalizmin temellerini oluşturdu yani hedefler ve savunulan değerler bambaşka sonuçlar ortaya çıkardı sağlanan birikim tasarruf çalışkanlık yoğun üretim ve tüketimi getirdi ve işte bugünlerdeyiz tüketim çılgınlığı.

webere göre Kapitalizmi ortaya çıkaran, ne spekülatörler ne de para babalarıdır; onu ortaya çıkaran, ölçüp biçen, disiplinli ve sözüne güvenilir, kendini tamamen işine adamış insanlardır.

DERMENSCH: Kalvinist olsanda olmasanda oluşturulan sistemde buluyorsun kendini ve her şeyi etkilediler yani?

ÜSTİNSANIN İZİNDE : kapitalizmin temelini oluşturdu diyorum kalvenizm ve daha geniş anlşamda protestanlık

Kapitalizmin tamamlayıcı ve zorunlu olmak üzere iki şartı vardır. Tamamlayıcı şart, kapitalizmin maddi yönünü meydana getirir. Bunlar; burjuva sınıfının varlığı, kentleşme, endüstriyel teknolojik gelişme ve rasyonel hukuktur. Zorunlu şartı ise, dünyaya dönük asketizm (kapitalist ruh) tur. İşte Kalvenizm ikincisini sağladı ikincisi sağlanıncada birincilerin ortaya çıkması zor olmadı

Weber’in Protestan ahlak anlayışı, temelde Kalvenist yoruma, onun ilahi takdir öğretisine ve dünyevi asketizme dayanır. Kalvenistler, kendilerine özgü kaderci anlayıştan dolayı diğer Protestan kollardan ayrılırlar. Kapitalizmin en fazla gelişmiş olduğu kültür düzeyi yüksek ülkelerde geçerli inanç Kalvenizmdir.

DERMENSCH: Kalvenizmin başlangıçtaki amacıyla ortaya çıkan sonuç ne kadar zak ne kadar zıt birbirine ve bizlerde bilincine varamadan dayatılmış bir inancın uygulayıcıları oluveriyoruz yada olduk yada oldurulduk...

ÜSTİNSANIN İZİNDE :Katolik Hıristiyanlığın ortaçağdaki uygulamalarına tepki olarak ortaya çıkıyor reform hareketleriyle birlikte tabiki toplumsal ve ekonomik gelişmeler birbirni tetikliyor Bu inançta kişi eğer seçilmişse yani cennete gideceklerdense, bir işaretle Tanrı’nın bu durumu kendisine göstereceğine inanır, mesela, özel bir yeteneğe sahip olmak gibi. Kişi eğer birtakım niteliklere sahip değilse, kurtuluşa ermek yani seçilmişlerden olmak için başka bir işaret olan zenginliğe yönelir. İnsanların, Katolik yorumda olduğu gibi aç ve fakir olarak hayatlarını sürdürmelerine gerek yoktur; eğer, çalışıp kazanırlarsa bu seçilmiş olduklarını gösterir ve onlar zenginleşerek ibadetlerini yerine getirmiş olurlar.

DERMENSCH: Ama günümüzde zengin olabilm ihtimalinin olmadığını bile bile sadece tüketerek var olur olduk.

ÜSTİNSANIN İZİNDE :Söylediğim o işte, Kalvenizm de İslamiyet gibi farklı bir durum ortaya çıkardı hani bu Ali Yaşar hocanın postmodern anomide islamiyet için bahsettikleri aynen hristiyanlık içinde geçerli.

DERMENSCH: kısacada kalvinist islamı açıklasan?

ÜSTİNSANIN İZİNDE: Kalvinist islam kavramını ilk ortaya atanlardan biri Ertuğrul Özkök. Fettulah Gülen Kalvenizmin Türkiye’deki temsilcisidir dedi .şimdi baktığımızda aynı kalvenistler gibi hareket ediyor nurcular özelliklede Fettullah Gülenciler kapitalist girişimlerini dahi dini bir duygu ve hareket noktası ile yaptıklarını iddia ediyorlar. Zenginleşiyoruz ama Allahın dinini yaymak duyurmak için diyorlar keşişçe yaşamayı reddediyorlar bu dünya içinde Allahın adını duyurmak için çalışıp zenginleşiyorlar ama tabii ki ortaya çıktıkları dönem göz önünde bulundurulduğunda farklılıklar ortaya çıkıyor onların tüketim çılgınlığına ve gösterişçi tüketime geçmeleri daha kısa sürdü.

Gülen'in, Özkök'e Zaman gazetesinde verdiği yanıt şöyle: "Ben kitap, sünnet, icma ve kıyas çerçevesinde, usulünden füruuna kadar, dinin bütün esaslarına bağlı, sıradan bir Müslümanım. Dinimizin adabına kadar, herhangi bir meseleye ilişme, değiştirme mülahazalarına girme, nazarımda en büyük günah ve haramdır. Dinin temel esasları bir yana, adap çerçevesinde kabul görmüş bir meseleyi dahi değiştirmektense, bin kere ölmeyi tercih ederim. Ne Calvinist'im, ne de herhangi bir reformist. Kanaatim o ki bugün, yenilenmesi gereken din değil, dindarlığımız olmalıdır."

Son cümleye dikkat dindarlığımızı değiştirmeliyiz diyor. Kalvenistlerde dini değiştirmeyi hedeflemediler aksine onu özüne döndürmek çabasında olduklarını savundular bunun içinde ortaçağın dindarlık anlayışından sıyrılmaya çalıştılar. Bunun içinde dünyaya dönük asketizmden yani kapitalist ruhtan yararlandılar Fettulahçıların da tam anlamıyla yapmaya çalıştıkları bu; çalışın, kazanın, zenginleşin, güçlenin dini yaşayın ama dünyadan kopmayın diyorlar. Yani çıkış noktaları çok benziyor bu anlamda elbette Kalvenizmle İslamiyeti bire bir örtüştürmek mümkün değil özele indiğimizde bir çok farklılık bulunabilecektir ancak hem çıkış noktaları hem eylemleri hem de ortaya çıkan sonuç değerlendirildiğinde benzerliklerin çokluğu da göz ardı edilemez aslında bu anlamda bir yönlendirmede var Avrupa ve ABD kendi İslamını inşa etmek için bu konuyu özellikle gündeme taşıdı, ama bazılarının sandığı gibi 3-5 yıl önce değil uzun zamandır işlenen ve temelleri hazırlanan durum.

DERMENSCH: Neden peki kendi islamını oluşturmak, Müslümanları hristiyanlaştırmak değilde?

ÜSTİNSANIN İZİNDE :bugün teorik olarakda dillendirilmeye tartışılmaya başlandı aslında yapılmak istenen o ama direk hrisdtiyanlaştırmak dense büyük direnişle karşılanır işte haçlılar saldırıyor falan denerek tepki doğar ama bu şekilde olunca bizde güçleniyoruz dinimizi yayıyoruz inancı yerleşiyor yoksa izin verirlermi heryerde okul açmalarına.

"İbadetin yolları ondur; dokuzu helal rızk talebidir"hadisinin altını özellikle çizer Prof. Ülgener,bu tartışmaların temelinde yer alan düşüncelerden biri de bu hadis

DERMENSCH: ama helali haramı gözetmiyorlar artık amaca giden yolda her şey mübah sayılıyor.

ÜSTİNSANIN İZİNDE :batıda neye yol açtıysa bu durum bizdede aynına yol açtı hem de daha çarpıcı ve çarpık şekilde bu konuya postmodern anomi polemiğimizde değinmiştik oradan daha geniş bilgi alınabilir.

16 Aralık 2009 Çarşamba


SUSKUNLAR (İHSAN OKTAY ANAR)
eflâtun rengi hayaller kuran bir “suskun”un sözleridir, bu roman. işittiğini gören, gördüğünü dinleyen, dinlediğini sessizliğin büyüsüyle sırlayan ve tüm bunların görkemini hikâye eden bir adamın alçakgönüllü dünyasına misafir olacaksınız, satırlar akıp giderken. o ise, muzip bir tebessümle size eşlik edecek, sessizce... sayfaları birer birer tüketirken, benzersiz erguvanî düşlerin “gerçekliği”nde semâ edeceksiniz ve bu düşlerden âdeta başınız dönecek. hayat kadar gerçek, düş kadar inanılmaz bu dünyanın tüm kahramanlarının seslerini duyacak, nefeslerini hissedeceksiniz. çünkü suskunlar, sessizliğin olduğu kadar, seslerin ve sözlerin, yani musikînin romanıdır. suskunlar’ı okuduktan sonra aynaya bakmak, yansıyan aksinizde gerçeği görmek, gördüğünüzü işitmek ve duyduklarınızla sağırlaşıp susmak isteyeceksiniz. sayfalar tükenip bittiğinde, kim bilir, belki de “suskunlar”dan biri olacaksınız… böyle diyor özetle arka kapağında arka kapak tanıtımı bile bu kadar etkileyici davet edici cezbedici

Dermensch:
kesinlikle etkileyici bir roman insanı varlıkla yokluk arasında çalkalayıp var oluşun kucağına atıyor sanki

Üstinsanınizinde:
evet Uzun İhsan efendinin tüm romanları gibi gerçekle düş arasında varlıkla yokluk arasında git gelleri olan bir kitap

Dermensch:
farklı bir tat oluştu sanki bu romanda ve tüm dinlere de atıfta bulunuyor sanki.

Üstinsanınizinde:
evet musıkiye olan ilgimizden daha doğrusu sevgimizden ileri gelen bir fark sanırım bu kitap Mevlanadan bir alıntıyla başlıyor Mevlevilik de kitabın merkezinde zaten bunun nedenide Mevlevilerin ibadeti müzikaliteyle buluşturması ‘kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür"evet tüm dinlere atıfta bulunuyor tek perspektifli değil çok perspektifli bu söz çok önemli bence gösteri çağında olduğumuza ilişkin önemli verilerin bulunduğu bir dönemde kulağa işitmeye böyle merkezi bir önem atfedilmesi manidar gerçektende

Dermensch:
mevlevilikte ki musiki eğlenmek için değil huzura ermek için ama bunu aramayan insanların anlamasıysa zor bu kitabı

Üstinsanınizinde:
elbette mevlevilikte musıki kendini dünyadan yalıtmak için kullanılıyor mevleviler adeta musıkiyle kanatlanarak adeta başka bir boyuta geçiyorlaer kitabın anlatmak istediğiyle çok örtüşüyor bu Mevleviler musıkide yani seste sessizliği arıyorlar huzuru dinginliği arıyorlar

Dermensch:
bende de öyle sessizliği arıyorum çoğu zaman hatta müziğe bile tahammülümün olmadığı zamanlar geliyor ama ruhla birleşen şeyler zevk veriyor her zaman

Üstinsanınizinde:
işte musıkide keşfedilmesi gereken o suskunluk kitapta diyorki musıki öyle sessiz olabilir ki es bile daha gürültili olabilir kitapta ilgimi çeken bir diğer cümlede şu "her şeyi bilmek için, belki de hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı."buda bir anlamda mevlevi öğretisine göndermede bulunuyor bildiğim bir şey var oda bir şey bilmediğimdir bu hem bir tevazu hemde aşkın gerçekliğe ve onun bilgisine bir göndermede bulunuyor.

Dermensch:
sessiz kalıyorum şimdide anlatımının akıcılığını bozmamak için.

Üstinsanınizinde:
en güzel musıki sessizliktir ne de olsa devam edeyim öyleyse ama arada müdahle et kaptırmayayım İhsan ktay Anar yine bir istanbul gezintisi yaptırdı bu romanda hemde tarihte bir yolculuğa çıkararak Yine kendimi tarihi istanbul sokaklarında dolaşır gibi hissettim Tasvirlerin mükemmelliği anlatımın akıcılığı ve Türkçeyi kullanıştaki ustalığına değinmeden geçemiyeceğim Kitabın adı ile ilgili çeşitli rivayetler var kimisi adının Galata Mevlevihanesindeki suskunlar adındaki mezardan geldiğini kimisi ise MEvlananın lakabı olan Hamuş (suskun) dan geldiğini idda ediyor bence İhsan Oktay her zamanki gibi her şeyi açıklamayarak romanı tamamlamayı okuyucuya bırakıyor Fransız sinemasının yaptığı gibi Kitapla ilgili internette bu kadar çok yorumun olmasının sebebide bence bu şimdi kısa kısa karakterlere ve göndermelerine değinmek istiyorum nuvârif bursevî efendi nuvârif [nuvârif bursevî efendi] adlı kahramanın adı tersten okunduğunda firâvun olmaktadır. bu, aynı zamanda zalim bir işkenceci olan bursalı firavun’un, hidayetini; yani ki tam ters bir yönde ilerleyişini simgeler. zaten, kendisi Mevlevi olmuş ve cenazesine binlerce insan dolmuştur.

Dermensch:
ve gezdiği yerlerde benim en sevdiğim yerler sanki kendimi oralarda o hikayeyi yaşıyormuş hissettim ruhum alıp alıp eski istanbul sokaklarına sürükler benide ne zaman dolaşmaya çıksam tek başıma.

Üstinsanınizinde:
evet Lazar ise İsa'nın dirilttiği Lazarus'a bir gönderme özelliği taşıyor Batın ve Zahir ise daha merkezi karakterler

Dermensch:
batın efen di mesela kitapta yok gibi ama her anına hakim kitabın batın efendi bir tanrı tasviri mi?

Üstinsanınizinde:
Batın romanda hiç görünmüyor ancak pek çok yerde adı geçiyor bu anlamda Batın ile Tanrı sembolize edilmeye çalışılıyor hiç görünmesede her yerde var sanki aslında, muhteşem neyzen bâtın efendi’yi, hıristiyan ilahiyatına göre tanrı şekline konumlandıran ve oğlu zâhir’i de aynı ilahiyat kurallarına göre isa mesih makâmına yerleştiren ihsan oktay anar, isa’nın “eli eli lema şevaktani” sözüne de atıfta bulunuyor olmalı. tanrım, tanrım, beni niçin terk ettin?” anlamına geliyor bu cümle İhsan Oktayın Tanrıyı bir neyzen olarak konumlandırması ve özellikle dünyanın 7 günde yaratılışını makamlar ve musıki ile anlatışı için söyleyecek kelime bulmakta zorlanıyorum bunu kendimi yazdı yoksa tasavvufta varmı bilemiyorum

Dermensch:
bencede olağan üstü bir anlatım mutlaka tasavvufi bilgiler eklemiştir ama bu denli büyüleyici bir anlatımla aktarmak zor iş.

Üstinsanınizinde:
ama her ne olursa olsun çok güzel Eflatun herzamanki gibi platon'a davut davut peygambere ve kalın musa da musa peygambere göndermeler taşıyor

Dermensch:
peki neden duymaz oluyor platon ve sürekli arıyor eflatun yani

Üstinsanınizinde:
yeri geldikçe değiniriz tekrar yine ilgimi çeken bir cümle var aslında eflatun sessizliği arıyor musıkide musıki ile sessizliği bağdaştırmaya çalışıyor onu sağır ederek İhsan Oktay korku yureksiz bir insanin nefreti, nefret de cesur bir insanin korkusur..bu söz gerçekten çok etkileyici gerçektende yüreksiz insan korkularından nefret eder kurtulmayı dener cesur bir insan ise nefrettten korkar nefretin ona kötü şeyler yaptırmasından çekinir

Dermensch:
şimdiyse insanlar nefret ve çekememzlikle yoğruluyor

Üstinsanınizinde:
kesinlikle yalnız bu kitabı derin bir musıki bilgi olan bir insandan dinlemek isterdim çünkü kitapta geçen makamlar rastgele serpilmemiştir

Dermensch:
ama arayışta olan kesim bilmem belki s.s den dinlemeli

Üstinsanınizinde:
orya buraya eminim bir mantık ve anlam örgüsüyle konulmöuştur yerlerine evet ondan dinlemek isterdim şimdi önemli bir noktaya daha değinelim
''Kusur benim imzamdır''
bir ismim olduğu sürece bir kusurum da olacak ve olmalı’.
İhsan Oktay diğer tüm kitaplarında olduğu gibi bu kitabındada özellikle kelimelerin ve isimlerin yazılışında hatalar yaparak kusur benim imzamdır sözünün hakkını veriyor yer yerde olay kurgularında hatalara rastlanılabiliyor birbiriyle çelişkili gibi duran noktalar var ama bu onun imzası
"senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim 'gel' dememiz değil, ayrıca onların sana 'git' demeleri. hiç kimseye 'kötüdür' deme. aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır."bu sözde Mevleviliğe gönderme yapan ve etkilendiğim bir söz

Dermensch:
bende etkilenmiştim

Üstinsanınizinde:
zaman zaman bu durumla karşılaşıp kızdığımız olayların bize bazen güzel şeyler yaşattığına tanık olmuyormuyuz örnek seninle tanışmamız geçen gün konuşmuştuk

Dermensch:
evet nerelerden ne olaylardan çıkıp oralara ordan buraya geldik

Üstinsanınizinde:
zahir : zahir in calgicilar ile birlikte yedigi yemek hz isa nin son yemegine gondermedir.. isa yemekde "bu sarap benim kanim ekmek de etimdir yiyiniz efendiler demiştir Zahirde kavun ve rakıyla söylüyor bu sözü buda İhsan Oktayın hoş bir benzetmesi olmuş

Dermensch:
evet kelimelerle güzel oynuyor insanı düşünmeye itiyor ister istemez kitap

Üstinsanınizinde:
birde değinmek istediğim Eflatunun Mevlevihaneye yolcuğu sırasında karşılaştığı yedi adam var bu sanırım yedi büyük günaha gönderme yapıyor âsım ayrıca cüceye, her sabah, her öğle ve her akşam nevâ'yı hatırlatmasını tembihlemişti. bu tembih sonucu cüce, belirtilen vakitlerde ona gelip, "ey âsım efendi! senin kalbindeki yegâne sevgili, canın ve canânın nevâdır!" der demez, nevâ'yı hatırlayan adam bir âh çekiyor ve iç geçiriyordu.buda Hz. Ömere'e bir gönderme gibi geldi

Dermensch:
nasıl?

Üstinsanınizinde:
Zira oda bir adam tutmuş ve kendisine günde üç defa ölümü hatırlatmasını istemiştir. bir anlamda ölümle sevgili arasında bir bağ kuruyor sanki burda

Dermensch:
bunu bilmiyordum güzel tesbit


Üstinsanınizinde:
bu okurkende dikkatimi çekti araştırıkende gördüm farkedenler var

Dermensch:
şimdi ayrımsıyor insanın çok konuda bilgisi olmalı basit bir roman değil kesinlikle bilmesende öğrenmeye itiyor oysa biz ne basit yaşıyoruz ne inanıyoruz dediğimiz şeyleri ne inanmıyoruz dediğimiz şeyleri bilmeden.

Üstinsanınizinde:
okuduktan sonra düşünmek lazım üzerine belki sonra bi daha okumak ama ihsan Oktayın hiçbir kitabını iki defa okumadım büyüsü bozulmasın diye

Dermensch:
kesinlikle bir daha okumalı akarak 1günde halletmeli hatta

Üstinsanınizinde:
ben her kitabını zaten tek oturuşta okurum en doğrusu bu bak internette bulduğum bir yorum var bide"cüce, beyaz ut** anahtarı ile, fa'dan yarım perde daha tiz* ses veren bir siyah anahtara aynı anda bastı. çıkan ses, kendisini çağıran o uğursuz sesin aynısıydı. böylece, "musikideki şeytan" ruhuna giriverdi. "işte burada bahsedilen ut (do) ve fa diyez bileşeni music diabolicum olmakla beraber hatta ve vakti zamanında fazlasıyla şeytani bulunup, kilise tarafından yasaklanmıştır. buda ilginç bir ayrıntı

Dermensch:
Enteresan roman deyip küçümseyip atılamayacak bir kitap bu kimbilir tam anlamak istesen kaç tane kitap okuman gerekir.

Üstinsanınizinde:
kitabı özetleyen bir cümle var birde onuda yazayım
"her musiki, sesin degil de, aslinda sessizligin bir taklidi."derken sunu da soyledi:"musiki sessizlige ne kadar yakinsa, o kadar da mukemmel olur."

Dermensch:
ev vet

Üstinsanınizinde:
"sessizlik de bir perdedir. sessizligi isitebilirsin. 'es' bile, bu perdeye kiyasla, 'ses'tir.''
neva neyde bir sesmiş birde neydeki en temel en basit en duru ses diyorlar

Dermensch:
peki romanda kimi tasvir ediyor neydeki ses mi sadece

Üstinsanınizinde:
hayır sadece o değil tabiki

Diyorum ki:
peki kimi çağrıştırıyor

Üstinsanınizinde:
daha öncede değindim ya ölümün aşığa kavuşmayla özdeşleştirilmesi anlamında kullanılmış Hz ömer göndermesi

Dermensch:
öyle güzel açıkladın ki polemiğe giremedim tartışamadım konuşamadım

Üstinsanınizinde:
estağfurullah şunları altalta sıralayayım dur karakterleri
eflatun: filozof platonkalin musa: musa peygamberdavut: davut peygamberveysel efendi: veysel karani(?)bagdasar: isa'nin dogusuna iliskin yortu (dzununt)'daki sarkida adi gecen cobanibrahim dede efendi: ibrahim peygamber (dede efendi?)
ismail dede: ismail peygamberyusuf dede: yusuf peygamberrafael: melek raphaeltellak yahya: vaftizci yahyazahir: isa peygamberlazar: isa peygamber'in olu iken dirilttigi lazarustagut: seytankabil: adem peygamber'in oglu, kardesi habil'in katili kabilsanturi yakuta: havari yahuda (on iki calgici da on iki havari)batin: tanri

Dermensch:
veysel efendi?

Üstinsanınizinde::
peki yaşadıkları mahallenin ismi dikkatini çektimi? veysel efendi veysel karani deniyor internetteki yorumlarda

Dermensch:
sofu ayyaş çok güzel isim

Üstinsanınizinde:
evet oda iranik bir gönderme değilmi
istersen şöyle toparlayalım
"belki de susmak,gerçeği anlatmanın yegane yoluydu."

Dermensch:
sustum farkındaysan zaten baştan beri suskundum.

Üstinsanınizinde:
bizde burda susalım ve roman zihinlerimizde yaşamaya devam etsin olanca musıkisiyle inleyip dursun kulaklarımızda olanca güzelliğiyle istanbulo geçsin gözlerimizin önünden ve sözün bittiği yerde sessizlik başlasın birer Hamuşan olalım bizde






Online Sayaç !!!!!!

10 Haziran 2009 Çarşamba

IŞIK GÖLGE VAROLUŞ ÜZERİNE POLEMİK


Dermensch: platonun mağara mitosu hakkında bilgin var mı?
Üstinsanınizinde: kısaca gölgeler ışık gerçeklik ve varoluş diyebiliriz. Platon bir mağara ve mağara içindeki mahkumlardan bahsetmektedir.
Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önce boydan boya ışığa açılan bir giriş… İnsanlar çocuklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyor, ne de burunlarının ucundan başka bir yer görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında. Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar. Bir ayrıntı dikkat edilmesi gereken bu benzetmeyi yaşam olarak düşünmemek lazım.
Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar, tahtadan yapılmış, insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer kuklalar taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler, bölmenin üstünde görülüyor. Gelip geçen insanların kimi konuşuyor, kimi susuyor Ama tıpkı bizler gibi! Bu durumdaki insanlar kendilerini ve yanlarındakini nasıl görürler. Ancak arkalarındaki ateşin aydınlığıyla mağarada karşılarına vuran gölgeleri görebilirler, değil mi?
Dermensch: evet ancak gözlerinin önünde olup bitenleri görebilirler, görürler ama geçen cisimleri nasıl algılayacaklar ne olarak algılayacaklar?
Üstinsanınizinde: şimdi işte problem orda başlıyor onlar sadece gerçek nesnelerin canlıların gölgelerini görüyorlar ve bu gölgeleri görmelerini sağlayanda arkalarında yanan ateş bu noktada platon mahkumlardan birinin kurtulduğunu düşünelim diyor
Dermensch: Kurtaralım bir tanesini ama ne değişecek kurtulduğunda kurtulan için zincirlerden başka? Ve ne görecek kurtulduğu anda ilk olarak
Üstinsanınizinde: Bu adamların zincirlerini çözer, bilgisizliklerine son verirsen, her şeyi olduğu gibi görürlerse, ne yaparlar? Mahpuslardan birini kurtaralım; zorla ayağa kaldıralım; başını çevirelim, yürütelim onu; gözlerini ışığa kaldırsın. Bütün bu hareketler ona acı verecek. Gölgelerini gördüğü nesnelere gözü kamaşarak bakacak. Ona demin gördüğün şeyler sadece hoş gölgelerdi, şimdiyse gerçeğe daha yakınsın, gerçek nesnelere daha çevriksin, daha doğru görüyorsun, dersek; önünden geçen her şeyi birer birer ona gösterir, bunların ne olduğunu sorarsak n eder? Şaşırıp kalmaz mı? Demin gördüğü şeyler, ona şimdikilerden daha gerçek gibi gelmez mi?
kurtulduğunda ilk gördüğü elbette ışığın yansıması olan gölgeler değil ışığın kendisi güneş
Onu zorla alıp götürsek, dik ve sarp yokuştan çıkarıp, dışarıya, gün ışığına sürüklesek, canı yanmaz, karşı koymaz mı bize? Gün ışığında gözleri kamaşıp bizim şimdi gerçek dediğimiz nesnelerin hiçbirini göremeyecek hale gelmez mi? Yukarı dünyayı görmek isterse, buna alışması gerekir. Rahatça görebildiği ilk şeyler gölgeler olacak. Sonra, insanların ve nesnelerin sudaki yansıları, sonra da kendileri. Daha sonra da, gözlerini yukarı kaldırıp, güneşten önce yıldızları, ayı, gökyüzünü seyredecek.
Dermensch: birde bu zincirli yaratıklar birbirlerinin farkında mı yoksa sadece kendilerinin varolduğunu mu sanıyorlar?
Üstinsanınizinde: o insanlar dünyayı o mağarada gördüklerinden ibaret sanıyorlar platon bu benzetmeyi yaparken bizim gerçekliğe bakışımızı anlatmaya çalışıyor bizimde gerçekten gördüğümüzü bildiğimizi sandığımız şeylerin gerçekler değil onların gölgeleri olduğunu iddia ediyor
platon duyu organlarımızla algıladığımız dünyanın gerçek dünya olmadığını gerçek dünyanın ancak akıl ve sezgilerimizle algılanabileceğini savunmaktadır görünen dünyayı mağaraya benzetir mağarayı aydınlatan ateşte güneştir Üst dünyaya çıkan yokuş ve yukarıda seyredilen güzellikler de, ruhun düşünceler dünyasına yükselişidir İnsan onu kolay kolay göremez. Görebilmek için de, dünyada iyi ve güzel ne varsa, hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir. Görülen dünyada ışığı yaratan ve dağıtan odur. Kavranan dünyada da doğruluk ve kavrayış ondan gelir. İnsan ancak onu gördükten sonra iç ve dış hayatında bilgece davranabilir. platon bu noktada olayı tanrıya bağlamaya çalışıyor idealar dünyasının gerçek dünya olduğundan bahsediyor Tanrısal dünyaları seyretmiş bir kimse, insan hayatının düşkün gerçeklerine inince, şaşkın ve gülünç bir hale düşer. Karanlıklara alışmadığı, ilkin her şeyi bulanık gördüğü için, mahkemelerde, şurada burada doğrunun gölgeleri, ya da bu gölgelerin yansıları üzerine tartışmalara girip de doğruluğun kendisini hiçbir zaman görmemiş olanların yorumlarını çürütmek zorunda kalırsa, herkes yadırgar onu diyor
Dermensch: ama öyle yada böyle tanrı var ve bir de gerçek var ve gerçeğin yansıması idealar.
Üstinsanınizinde:tanrı elbette var ancak görünen dünyayı yani duyu organlarımızla algıladığımız dünyayı sırf herkes farklı algılıyor diye değişken olarak yorumlamak ve bu nedenden dolayı gerçek olmadığını iddia etmek ne kadar doğrudur bilemiyorum yani şimdi idealar dünyasının sezgilerle ve akılla algılanabileceğini iddia ediyor platon peki sezgilerin ve aklımızın duyumlarımızdan ve duyumsal dünyadan tamamen bağımsız ve her insanda aynı olduğunu söylemek mümkün mü elbette değil öyleyse idealar dünyası da bir o kadar değişken algılara açık bir dünyadır. mesela iyi idesi dünyada iyi diye addettiğimiz şeyler onun gölgesidir bu anlayışta peki iyi idesini bizim iyi algılamamız ve iyiye ilişkin tecrübelerimiz belirlemez mi
yani ben dünyayı duyumlar ve onların ötesindeki idealar olarak ikiye ayırmayı doğru bulmuyorum ve bunların birbirilerinden bağımsız olduklarını düşünmüyorum
Dermensch: ama bunları ileri sürebilmek içinde bilmek gerekiyor bilmemiz içinde ya öğrenmemiz ya da bize öğretilmiş olması gerekiyor. Ve kendimize göre de değişen doğrular var benim için iyi olan şey ya senin için kötüyse?
Üstinsanınizinde: elbette işte bu nokta zaten önemli görelilik her iki düzlemdede söz konusu olabilir duyumlar göreli olabildiği gibi sezgiler ve akli algılarda olabilir bu nedenle ışıkla gölgeyi (hangisi ışık hangisi gölge hangisi gerçek nesne ise) birbirinden ayırmak anlamsızdır ve yanlıştır ideaların bir somutluğu yoktur onlar bizim zihinsel ruhsal algısal akli veya gayrı akli kurgularımızdır ancak gördüğümüz duyduğumuz dokunduğumuz kokladığımız tattığımız varlıkları ve nesneleri kurgusaldır gölgedir ışık olmazsa onlar görünmez onlar sadece izdüşümüdür diye addemeyiz çünkü onlar idealar gibi kurgusal değildirler göreli olsa da varlıklarını somut olarak hissettiğimiz gerçekliklerdir platonun amacı her ne kadar filozof krallar yani dünyanın gündelik çekişmelerinden zevklerinden uzak gerçeklikleri algılayabilmiş aynı zamanda dünyanın geçekliklerini de bilen insanların dünyayı yönetmesini istese de ben o gölgeleri algılamayan gölgelerin dünyasının işleyişini anlamını mantığını kavrayamayan birinin o dünyayı idare etmesinin mümkün olduğuna inanmıyorum çünkü o farklı bir düzlemde sürekli sizin gördüğünüz duyduğunuz bildiğiniz gerçek değil diyecektir buda onun bu dünyada varolmasını imkansızlaştıracaktır
şimdi istesen biraz ışık gölge konusuna bu bağlamdan birazda olsa dışarı çıkarak dönelim, neler düşündün ışık ve gölge üzerine?
Dermensch: Gölgeler resimlerse ve resmedilen şeyler gerçekse biz gerçeğiz olmayan bir şey resmedilemez demek istedim kısaca yada gerçek değimiyle kandırılanlarız, bizler,herkes değil ama farklı olan insanlar arayışta olanlardır ve gerçeği aramak burdan geliyor. Gerçek kabul götürmez insan bilmediğini reddeder. O zaman gerçek kabullenilemez olanmıdır gibi düşünceler oluştu.Ben mesela gölge fotoğrafları çekiyordum bir ara almanyada olduğum sıralar özellikle yansımalar cisimlerden daha masum geliyordu sen gerçekte var olan cisme bir şeyler empoze edebilirsin ama gölgeler sade kalır her zaman insanın saf yansıması etkisiz ama saf ve saf şeylere değer azalsada ben seviyorum saf olanı. Saf olan temiz dir falan demiyorum bu yanlış anlaşılmasın saf yerine sade diyebiliriz belkide...
Üstinsanınizinde: gölgeler resimlerdir diyebilirmiyiz sence gölgeler resimlerdir diyemeyiz resimler bir tür gölgedir ama.
Dermensch: O Zaman nedir gölge yansımamı sadece eğer öyleyse bizler olmazsak gölgede olmaz öyleyse varlığımızın kanıtı mıdır gölgeler?
Üstinsanınizinde: gölgelerin ışığa ve nesneye ihtiyacı vardır o nedenle gölgeler bizim varoluşumuzun kanıtıdır diyemeyiz gölgeler yansımadan fazlasıdır nesnenin varlığının kanıtıdır bir anlamda nesnenin varloluş sürecinde etkendir çevremizdeki nesneler ve onlara ilişkin gözlemlerimiz ve tecrübelerimizde bizim varoluş hikayemizde yer aldığından gölgeler dolaylı olarakta olsa bizim varoluşumuza etki eder ancak ışıkla gölge arasındaki ilişki ilginç ışık olmazsa gölgede olmaz ve ışık olmazsa renklerde olmaz bunu düşündün mü hiç?
ben gölgelere tuhaf bir şekilde dikkat ederim özellikle kendi gölgeme ve öğrendiğim bir şey var gölgeler yanıltıcıdır ama onların yanıltıcı olmalarının sebebi ışıkla olan ilişkileridir gölgeler ışığın nesneleri çarpıtarak yansıtmasıdır aslında ancak zaman zaman gerçekle hayalin karıştığı gibi gölgeyle nesnede karışıyor hangisinin görüntüsü gerçek anlamında ışığın alabildiğine farkındayız aslında karanlık kör eder çünkü ancak bir çok şey gibi yokluğunda daha çok anlam kazanır ışık karanlıkta özleriz onuda.
Dermensch: peki isanı ele alırsak ruhmu ışıktır yoksa akıl mı ?
Üstinsanınizinde: ben ışığı insanın dışında konumlandırma taraftarıyım ama illa bir benzetme yapacaksak basit ilişkiye bakmalıyız ışık nesne gölge ilişkisine beden nesnedir varoluşumuz ışıktır hem bedenimizi hem ruhumuzu görünür kıldığı için ruh ise gölge çünkü varoluşumuz zaman zaman ruhumuzun farklı görünmesine neden olur tıpkı ışığın nesneyi çarpıtarak gölgeyi yanıltıcı yapması gibi ama asıl önemli olan varoluşumuzun bize nasıl ışık tutacağıdır bu da bağımsız değişken değildir ruhun ve bedenin tecrüblerinden etkilenir bu üç unsur karşılıklı etkileşim halindedir.
Dermensch: Dünya gerçeğin kötü bir kopyasıdır diyor platon. Peki onun gibi düşünürsek bizde varoluşun kötü kopyalarımıyız?
Üstinsanınizinde: ben buna katılmıyorum dünyanın gerçeğin kötü bir kopyası olduğuna hem ışığın gerçek nesneleri görmemizi sağladığını söyleyeceksin hemde gerçek nesneleri gölge konumuna indirgeyeceksin bence tüm insanlar bir şekilde kendi varoluşlarını oluşturuyorlar.
Dermensch: peki biz gerçeğiz diyormusun?
Üstinsanınizinde: elbette süreçte bir çok etken var elbette gerçeğiz bedenimizle ruhumuzla eylemliliklerimizle düşündüklerimizle seçimlerimizle yani bir bütün olarak varoluşumuzla gerçeğiz bizi her insanın farklı algılaması yorumlaması bizim gerçek olmadığımızı göstermez bizi değişkende kılmaz sadece bizim hakkımızdaki değerlendirmeleri değişken ve çeşitli kılar bu elbette varoluşumuzu etkiler ancak onu değişken ve tutarsız yapmaz yani gerçeğiz vesselam
Dermensch: peki akıl, ruh ve bedenin bir meyvasımıdır ama içlerinde bir beden varken yani somutken kendini ifade edebilirken...?
Üstinsanınizinde: ben bedeni ruhu ve aklı birbirinden ayrı gerçeklikler olarak görmüyorum bunlar biribirleriyle ilişki içinde olan gerçeklikler ve neden sonuç ilişkisine bağlanamazlar birbirilerini karşılıklı olarak etkilerler.
Dermensch: Bilinmeyen şey gerçek olamaz gerçek bilgiyi gerektirir diyebilir miyiz? Ve her bilgi doğru değildir? Hatta değişkendir?
Üstinsanınizinde: Aslında denebilir ancak bu ben bilmiyorsam bir şey gerçek değildir noktasına ve dolayısıyla hataya sürükler o nedenle temkinli olmakta fayda var elbette bilgi değişebilir ve bu önermeyle bakarsak gerçeklikte değişebilir denebilir ancak tam olarak öyle değil gerçekliğin temelinde yer alan bilgi doğru bilgidir ancak gerçekliğin temelinde sadece bilgi yer almaz bilgi sadece gerçekliğin farkında olmamızı sağlar. Gerçeklik orada duruyordur ancak biz onu bilmiyorsak farkında olamayız.
Dermensch: İnsan içgüdüleriyle kararlarına müdahale edebiliyor ama hatırladıkları ve öğrendikleriyle var oluyor. Ama gerçeğin peşinde olan çok az insan var. Genelde kukla gibi yaratıklarız biz
Üstinsanınizinde: Bence öyle ayırmamak lazım içgüdüleriyle kararlarına etki ediyorsa bu varoluşunuda etkiler çünkü kararlarımızı eylemlerimiz etkileyen herşey varoluş sürecimizde etkendir herkesin gerçeğin peşinde olması da anlamsız.
Dermensch: Neden inandığımız şeyi kesin doğru kabul eder ve başkalarını da buna inanmak zorunda zannederiz?
Üstinsanınizinde: Bu iş filozofik bir uğraş bu tavır doğmatik bir tavır gerçek ve doğru sadece bizim bildiğimiz değildir fil benzetmesi vardır gözleri bağlı insanları file dokunarak bunun ne olduğunu tahmin etmeleri istenir herkes farklı şeyler söyler aslında gerçekliğin bütünlüğü tüm onların söylediklerinden başka bir şeydir kendi bildiğimize insanları inandırmaya çalışma çabası ileri götürüldüğünde bir güç mücadelesi ortaya çıkar buda iktidarı doğurur halbuki dediğim gibi gerçeğe ilişkin tek bir bakış açısı olmadığı gibi bazende gerçek tüm bunların toplamı veya toplamından da farklı bir şey olabilir.
Dermensch: insan inanmak istemediğine inanmaz. İsanın içinde neye inandığını ne tasarladığını kendinden başkası bilemez o yüzden ben gerçeğimdir demek saçmamı peki?
Üstinsanınizinde: aslında inanmak ve inanmamak zannedildiği kadar iradi bir şey değildir inançlarımızı varoluşumuz etkiler inanışlarımızda varoluşumuzu bu süreçtede birçok etkenle karşılaşırız yani varoluş ne kadar iradi ise inanmak ya da inamamakta o kadar iradidir kesinliklerden kaçınmak lazım elbette rölativizme düşmeden elbette insanın içinde neye inandığını ve ne tasarladığını kesin olarak bilmek zordur ancak insan eylemleriyle tercihleriyle yani varoluşunun görününr kısımlarıyla bunları az çok belli eder ve bence bunun gerçek olmak ya da olmamakla alakası yoktur birileri bizim ne düşündüğümüzü kesin olarak bilsede bu bizim gerçek olmadığımızı göstermez.
Dermensch: Gerçek ya da doğru bize gösterildiğinde bunu kabullenemeyiz de demek ki iç ve dış düşünceler arasında bir denge olmalı ya da var insan işine geldiği kadarını dışardan alıyor ama farkında olmadan özendirilmeyle dayatılmış şeylerde var onlarıda kendi gerçekleri sanıyor ve ortaya bir denge çıkıyor yada kişi gerçek kişi çıkıyor şimdide öyle değilmi televizyon ve medyayla inandırıldığımız pek çok doğru yok mu?Üstinsanınizinde: dediğim gibi varoluş sürecinde bir çok etkenle karşılaşıyoruz hele günümüzde o kadar yoğun bir mesaj bombardımanı altındayız ki hangisi gerçek hangisi değil hangisine inanmalıyım ya da inanmamalıyım şaşırıyoruz elbette bir çok mesajda medyanın süzgecinden geçince çarpıtılarak sunuluyor sonuçta işin içine değerlendirme ve yorum giriyor çıkarlar ve güç mücadelesi giriyor bu da gerçekliği bilgiyi inanış ve tercihleri etkiliyor kısacası dediğim gibi varoluşumuz yüzde yüz iradi değil bir çok etken altında ve bir çok şeye değerek ortaya çıkıyor kendimizi ıssız bir adada bir mağaraya kapasak bu seferde oranın fiziki koşulları sesler ısı ışık gölgeler işin içine giriyor ve etkili oluyor varoluş hikayemizde. Velhasıl varoluş çetrefilli bir yol.

29 Aralık 2008 Pazartesi

POSTMODERN DİNSEL ANOMİ MAKALESİ ÜZERİNE (Ali Yaşar SARIBAY)

Üstinsanınizinde: Buyrun sayın A.
Dermensch: durkheim sosyolojisinde birey topluluğun/toplumun bir anlatımı olarak kabul ediliyor.
Ama birey mi toplumun bir parçasıdır? Birey mi toplumu yaratır?
Toplumlar mı bireyi yaratır?
Üstinsanın izinde: Şimdi öncelikle bu iki kavramı birbirine indirgemek yanlış ve böyle bir soruya cevap vermekte çok zor. Ancak şu kadarını söyleyebilirim ki birey ve toplum arasında karşılıklı bir ilişki söz konusudur.
Ve birey olma bilinci kolektif bilinci zayıflattığından dolayı birey yapı olarak cemaati gerileten ve cemiyete hizmet eden bir kavramdır.
Dermensch: kolektif bilinç bireylerin eylemlerini belirliyorsa o kişilere gerçek anlamda birey denilebilir mi? Yani birey var sayılan insanlar yönlendirilmekte değil midirler?
Üstinsanınizinde: Benim düşünceme göre birey olma kolektif bilinçten mümkün olduğunca sıyrılabilmekle mümkün
Elbette kolektif bilinçten sıyrılabilmenin belli zorlukları vardır, ancak bundan sıyrılabildiğimiz ölçüde bireyiz.
Birey olma bilincimiz geliştikçe dayanışma duygusu zayıflayarak anomiye yol açar diyor Durkheim
Bu yıllarca yanlış anlaşılmış, Çünkü Durkheim'in anomi kavramı yanlış yorumlanmış.
Dermensch: toplumlar bireylere mi ihtiyaç duyar yaşayan sıradan insanlara mı?
Üstinsanınizinde: Durkheim anomiyi tanımlarken Fransızca Dereglement kavramını kullanmaktadır yani onun anomiden kastı kuralsızlık değil verili kurallara aykırı irrasyonel davranıştır. Aslında bu olaya bir ihtiyaç olarak bakmamak lazım Sayın A.
Dermensch: isim vermeyelim K.
Üstinsanınizinde: bu sorununun cevabı da toplum tanımlamamıza göre değişir.
Dermensch: peki toplum sadece kalabalıkları mutlu etmek için kullanılan bir terimidir
bir çerçeve oluşturmak için yönetenlerin uydurduğu.
Üstinsanınizinde: Evet aslında bu anlamda yorumlanabilir.
Dermensch: Yani sadece kalabalıklar ve yönlendiriciler mi yoksa bilincin ve ortak amaçların olduğu bir topluluk mudur söz konusu olan?
Üstinsanınizinde : Toplum bir verili kurallar bütünüdür.
Bir toplumsal yapıya girmeden o yapının doğruları yanlışları sevapları günahları iyileri kötüleri verili olarak kodlanmış bir şekilde bize sunulur
Yani bizim dışımızda belirlenmiş bir dünyaya gireriz aslında
ancak bu şu demek değildir
her şey belirlenmiştir ve bunlara hiç etki edemeyiz
asla böyle bir anlam çıkarılmamalı
Bir topluluğa katıldığımızda biz de o toplumla onun kurallarıyla yapılarıyla kurumlarıyla ve üyeleriyle etkileşime girerek onun şekillenmesinde etkili oluruz
Tabi ki bunu kendimizi içinde bulduğumuz şartlar içerisinde yaparız
İşte tamda Durkheim anomi kavramına bu noktada değinir
ve onu verili kurallara aykırı irrasyonel tavır olarak tanımlar
Onun sosyolojisinde anomi iki şekilde tezahür eder
birincisi çılgınlık durumu ikincisi istencin tiranisi
ikincisi dipsiz arzuların tatmin edilememesini gündeme getirdiğinden acı çekmeye yol açar.
Dermensch : peki ama Postmodern kültür: her şeyin mübah sayıldığı ve herkesin kendi gerçeğinin geçerli olduğu bir özelliği içeriyorsa toplum ve birey nerde kalacak ??
insandan nasıl söz edilecek
Üstinsanınizinde : İşte postmodern toplum kavramı bu nedenle ikircikli bir kavram herkesin kendi gerçekliğini inşa etmeye çalıştığı her şeyin mübah sayıldığı ve her şeyin ben yaptım oldu diyerek meşrulaştırıldığı bir yapı nasıl toplum olarak tanımlanabilir ve toplumsallık bunun neresindedir Durkheim'in anomi kavramı onun başka bir kavramı olan homo duplex'e yani insanın çift katmanlılığına gönderme yapar ona göre insanın rasyonel ve irrasyonel bir katmanı vardır
dermensch : çift katman derken çift kişilikli mi demek istedin?
Üstinsanınizinde : kişiliktende öte katman derken varoluşun da ikili bir yolda ilerlediğinden bahsedilebilir. bu anlamda baktığımızda rasyonel bir proje olarak başlayan ortaya koyulan modernizmin nasıl olupta irrasyonelleşerek bir çöküşe doğru gittiğini anlayabiliriz
Dermensch : kalp ve akıl mı peki yoksa ikiside kalbi mi zaten?
Üstinsanınizinde : akıl ve kalp bir ikililik
Dermensch : Schopenhauer e göre acı çekmek hayatın özü olup insan doğasının kaçınılmaz sonucuydu. İstenç aklın değil hepsi bilinçaltı ve duygusal mahiyetteki hayaller dürtüler, duygulanımlar, tutkular ve duygulardan oluşan kalbin sesiydi ve bu ses bedenden gelmekteydi diyor.
Ruhsa eğer esas olan isteklerde ona aitse, beden ruhun tatmini için bir araçmıdır sadece?
Ve ruh yada gönül: ruh mu ve ruh akla da hakim mi?
Üstinsanınizinde : ya aslında ben böyle indirgemelerden her zaman kaçmak istiyorum çünkü hiçbir şey hiçbir şeye eşit değildir bence
Ancak şu kadarını söyleyeyim ki istenç kalbe dayanan bir unsurdur çünkü tatmin edilemediğinde acı çekeriz ve insan aklıyla değil kalbiyle acı çeker.
Dermensch : Durkheim toplumu son tahlil de saf aklın tezahürü olarak gördüğü için anomi bağlamında tanımlanan istencini tranisinden kaynaklanan egoizmi insan doğasının düşük yanı olarak niteliyor
Toplum saf aklın tezahürü diyor ama öncede kolektif bilincin bir yansıması deniliyordu çelişki mi?
Üstinsanınizinde : Durkheim de Schopenhauer da kalbin akıldan baskın olduğunu vurgulamıştır
Üstinsanınizinde : elbette egoizm insanın düşük yönüdür diyor durkheim
Toplum kollektif bilinçten kökenlenen ve rasyonalize edilmiş bir kurgulamadır bence
bu nedenle herkesin kendi gerçekliğini inşa ettiği bir yapı bu kurguya zarar veriyor
bu noktada Dandy tiplemesine değinmek yerinde olacaktır
üstinsanınizinde : Dandyizm olarak anılan kültürel akım,her şeyden önce estetize edilmiş bir hayat tarzını önemseyen aristokratik ruhlu bireysel tavrı önemsemekteydi. Bununla beraber Dandy’ler burjuva değerleri reddediyorlar, kendilerini hiçbir yere ait görmüyorlar ve kan bağları olmaması durumunda bile,aristokratlar gibi olmaya özeniyorlardı. Bu çerçevede Dandy tiplemesinin, kendini var etme gayreti ve hırsının temellendirdiği bireyselliğe;şahsı etrafında kült (tapını) yaratmaya yönelik narsisizme; nihayet, bu her iki özelliğin kışkırttığı dipsiz arzuları beslemeye tekabül ettiği söylenebilir.
Sarıbay’ Dandyizmin moderniteye eklemlenmede bilinç alı bir model oluşturduğu, fakat farklı bir yorumlamayla postmodern kültüre yönelik bir anomiye yol açtığını iddia ediyor. yani dandizm kitlelerin moderniteyle eklemlenmesini sağlayış ancak bu durum postmodernizme yönelik bir anomiye neden olmuştur Dandy tipini yaratan temel koşul,kitlenin estetikten yoksun kabalığının meziyet şeklinde sunuluşuna gösterilen tepkidir. Bu anlamda, Dandyizm, modern kültürel değerleri alaya alan kitlenin alaya alınmasıdır
Dermensch : dandyler kitle eleştirisi mi yapıyor yoksa bir kitle meydana getirip karşıt taraf olmamıpeşindeler?
Üstinsanınizinde : Dandyizmin hedefinde kitleler vardır
Dermensch : peki kitle tepkisi midir dandyizm?
Üstinsanınizinde : Dandyizm asla kitle tepkisi değildir çünkü onun temelinde narsisizm egoizm ve gösterişçilik vardır bunlarda kitlesellikle bağdaşmaz.
Sarıbayın, Kitlenin modern değerleri olumsuzlayarak başlayan sorgulayıcılığı; kabul görme yönünde moderniteyle eklemlenmeye yol açmış; bu eklemlenmeyle modernitenin farklı bir algılanışı ve yaşanışı kendini göstermiştir. Sonuçta modernitenin değişimine paralel olarak anomi de mahiyet değiştirmiştir. Dandyism’in estetik endişelerinin gösterişçilik; bireyselliğe verdiği önemin egoistlik olarak algılanması, kitlenin moderniteyle eklemlenmesinin ürünleri olmuştur iddiası son derece önemlidir
Ali Yaşar Sarıbay, postmodern kültürün iki yüzünün olduğunu ve hangi yüzün etkili olacağının toplumsal alanın mahiyetine ve o alandaki eyleyenlere bağlı olarak ortaya çıkacağını belirtmektedir.
Dermensch : hangi yöne gideceğine kim karar veriyor ve din nerde bu konuda yoksa gösterişin bir parçası mı sadece?
Üstinsanınizinde : bir saniye sabırlı ol
Hocanın demek istediği hangi yüzün etkili olacağına failler yani bizler eylemde bulunanlar etki ediyor
Bununla beraber, ona göre mevcut bilgisel ilişkilerin ve kültürel yönelimlerin verileri ışığında postmodern kültürün negatif yanı ağır basmaktadır.
Bunu söylerken,postmodern kültürü kapitalizm gibi maddi bir zemin üzerine inşa olarak görmenin; bu zeminin moral değerleri dışlayan şekilde tamamen gösterişçi ve egoistik şekilde döşenmiş olduğunun önemi göz önünde bulundurulmaktadır. Egoizm ve gösterişçilik birbirini beslemektedir. Egoist olan, gösterişi, kendini ön plana çıkarmanın en önemli kaynağı olarak görmekte, gösterişçilik de, kendini başkalaştıran farklara sahip bir egonun varlığına işaret etmektedir. Egoizmin dışa vurumu olarak gösterişçilik, son tahlilde sahip olunan özel değerleri bile değersizleştirirken; aynı zamanda onları ilgi çekme uğruna sıradanlaştırmaktadır. Egoizm hayattaki sayısız tasarılarımızı gerçekleştirebilecek bir fırsatla karşılaştığımızda, ne kadar saklamaya çalışsak da, kendini açığa vuran bir güçtür ve özü gereği sınırsızdır.
postmodernizm,ana tabi olmayı yücelterek, kitsch’i değerlerin değeri yaparak, mesafeyi karanlığa gömerek, nihayet nihilizme davetiye çıkararak, moderniteyi aşamamıştır;tam tersine radikalleştirmiş ve ‘her şeyin mübah’ sayıldığı bir şekilde anomikleştirmiştir
peki din bunun neresindeSarıbay, anomi kavramını bu bağlamda, ‘‘her türlü verili kurala aykırı’’lığa zıt yönde kullanmaktadır,yani anomi dediğinde, kapitalizm temelinde,aslında aykırı olması gereken bağlamdan çıkarılıp, ‘‘her türlü verili kurala uygunluğun’’ gözetilmesini kastetmektedir. Onu postmodern yapan da bu özelliğidir: Zıtlıkların ‘her şey mübah’ anlayışınca bir arada var olabilme kabiliyetini edinmiş olması. Postmodern anomi dipsiz arzuların tatmin edilememesinden doğan bir acı çekmeye değil, aksine, bizzat arzudan doğan bir hedonizme denk gelmektedir. Dini bağlama oturtulursa,dini eksik yaşamanın verdiği bir acıdan çok, dindar görünmeden alınan bir zevkin daha baskın işlediği söylenebilir. Çünkü, mottosu ‘‘görünüyorum, o halde varım’’ olan bir kültürde görünmeme yarayan ne ise, var olmamı da o sağlayacak demektir.
Dermensch : Egoizm ve gösterişçilik birbirini beslemektedir diyorsun ama aynı olma yolunda yürüyen insan yığınları değil mi bizim hep şikayet ettiğimiz?
Üstinsanınizinde : elbette zaten söylemek istediğim o gösterişçi kültür kitleselleşmeye neden oluyor
yani eski aristokratik kültür ürünlerinin kitlelerle buluşması böyle bir sonuca neden olmuştur.
dermensch : yani herkes başkasını umursamaz kendini en yüce sanan hep benim diyen ama farkı olmayan insanlar.
üstinsanınizinde : : ilk başlarda iyi niyetle sanatın bilimin daha çok insana ulaşmasının güzel bir durum olacağı düşünülmüş ancak kitle yapısı nedeniyle bu kültürel ürünleri çöküşe uğratmıştır.
Dermensch :ama herkese aynı şey verilemeyeceği unutulmuş görmezden gelinmiş yada, bilgi ve kültür olarak.
Üstinsanınizinde: evet haklısın o nedenle kitlelerle buluşan yüksek kültür nesneleri anomiye neden olmuştur.
Dermensch: peki din neden alt seviyeye daha fazla dayatılmış? Yine her şeye rağmen yada sanattan ve kültürden nasiplenemeyeceğini düşünen kesim kaçışı dinde mi bulmuş?
Üstinsanınizinde: sonuçta ortaya çıkan yeni bir cemaat gösterişçi tüketim cemaati ve bu cemaati birleştirmede ve yönlendirmede din önemli bir unsur.
Dermensch: Dini öne sürerek teraziyi dengelemeye mi çalıştılar yani
Üstinsanınizinde: Değil, dinde aynı şekilde bir gösteriş nesnesine dönüşmüş tüm değerler ve kurumlar gibi oda tüketilen bir nesne haline gelmiş din emek sarf edilmesi gereken bir inanç değil ilgi çekmeyi sağlayan bir gösteriş şekli olarak algılanmaya başlanmıştır.
Üstinsanınizinde: Postmodern kültürde dini gösterişçilik konusu yapan faktör her şeyden önce onun kapitalist mantığa göre ekonomikleşmiş bir kültürel değer haline gelmesidir diyor.
(goodchild). Deyim yerindeyse din postmodern kültürde bir inanç olarak mukabeleye değil mübadeleye tabi hale gelmiştir. Buna bağlı olarak din inanç olarak, din, inanç olarak yaşanmamakta , gösterişçi şekilde tüketilmektedir.
üstinsanınizinde: lüks otellerde verilen iftarlar, tesettürlü gelinlikle o otellerde saraylarda yapılan düğünler, fakirlere tv kameralarıyla yardıma gidilmesi namaz kılarken poz verilmesi, tesettür defileleri
inançlı olunduğunun her yerde dile getirilmesi, tüm bunlar dinin gösterişçi tüketiminin bir göstergesi
dermensch: peki bu kendi inancından şüphe etmelerinin günahlarını saklamak istemelerinin bir sonucu mu aynı anda?
üstinsanınizinde: bu şekilde inanç sahiciliğini yitirip yapaylaşmakta değer kazandığı bağlamdan çıkarılarak metalaştırılmaktadır. Elbette insanlar dinin bu şekilde tüketilmesinden bir acı yada sıkıntı duymak bir yana bundan zevk alıyorlar çünkü hem dindar ''GÖRÜNÜYORLAR'' HEMDE '' GÖRÜNÜYORLAR''
dermensch: dinde reform yapılamaz diyorlar?
Üstinsanınizinde: Yapılır ve yapılmalıdır da dinin bu şekilde tüketilmesinin önüne geçmek için yapılması gereken kurumsallaşmış dini aşıp son tahlilde iktidar tahakküm ilkelerinin vücut verdiği bir meşrulaştırma ekseninde dayatılan formu gayrı meşrulaştırmaktadır.
Dermensch: Zıtlıkların her şey mübah anlayışınca bir arada var olabilme kabiliyetini edinmiş olması gerekli olan belki ama bunu kabul etmiyor hiç kimse.
Üstinsanınizinde: gerekli olur mu bugünkü durumumuzun sebebi o
ama dediğin gibi bunun varlığını kimse kabul etmiyor
dermensch: zıtlıkları kabul etmiyor ki hiç kimse sadece kendini haklı sayıyor zıt yok benim doğrularım var diyorlar ama
üstinsanınizinde: bak bir paragraf var orada Ali Yaşar Hoca ne güzel özetliyor durumu
‘‘Tüketimciliğin getirdiği bir yüz göz olma; teknolojik imkanların sağladığı hedonizmin bir ‘‘bananeciliği; maddi çıkarların sildiği duygudaşlık... sadece günlük hayatın olağanlığının göstergeleri olarak işlemedi;modernitenin ve postmodernitenin ressamları olarak dünya ahvalini de resmetti. Artık ortalıkta ne Simmel’in saygılı,ne de Schopenhauer’ın ıstırap duyan insanı var. Ama, Durkheim’in anomik ve Veblen’in gösterişçi figürleri hakim konumda. Ve bir kısır döngü yeni yüzyılda da sürüp gidiyor: Kriz bireyleri insansızlaştırarak derinleşiyor, derinleştikçe insansızlaştırma yeni bir form ve hayat tarzı olarak kendini gösteriyor. Bu durum ise krizi kriz olmaktan çıkarıp günlük hayatta olağan hale getiriyor. Bireyler ıstırap duymadıkları sözde kriz karşısında kaçışçı bir tavır alarak o krizi sanal olarak şekilde alt etmeye yöneliyorlar:yani tüketiyorlar, teknolojiyle oynuyorlar, egoist çıkarları maksimum kılmanın acımasız savaşını veriyorlar, somut ve maddi olanı baş tacı ediyorlar. Yeni bir medeniyet değil,adeta insansızlaştırılmış bir dünya kuruyorlar’’
Gerçekten harika anlatmış işte tam da bu kadar
Ben son olarak şunu söylemek istiyorum bu noktada insan olarak kendimizle yüzleşmemizi zorunlu kılan bir sorgulamaya yönelmedikçe ne 20. yüzyılı anlamış sayılırız nede önümüzü aydınlatmış oluruz
Dermensch: peki kendimizle yüzleşmek nasıl olacak kapılmışken bu denli akıntıya, bu denli dayatılmışlıkların peşine düşmüşken?
Üstinsanınizinde: bu bir iç sorgulamayla olabilir yalnızca insan olarak kendimizi en yüce varlık olarak görmekten vazgeçip kendimizi sorgulayarak bunu başarabiliriz.
Dermensch: Peki kendimizle baş başa kalmamız bu denli korkunç sayılmışken nasıl olacak?
Üstinsanınizinde: Bu da bizi yine Üst insan öğretisine götürüyor.
Bunun yolunu bu öğretiden yola çıkarak kendimizi sorgulamaktan ve aşmaktan geçiyor
Dermensch: belki hayat bir dakikalığına dursa, herkes düşünecek bir dakika bulsa her şey faklı olacak.
Üstinsanınizinde: Kesinlikle haklısın modern hayat her dakikamızı öylesine planlıyor ki
Dermensch: Ama bu düşünme olanağı yok çağımızda daha fazla kazan daha fazla tüket kazanamıyor ve tüketemiyorsan kazanacak olmayı hayal et sahip ol sahip ol asla arkana dönüp bakama…
Üstinsanınizinde: Biz yinede fırsat buldukça kendimizle samimi şekilde yüzleşmeliyiz. Ben çok teşekkür ederim bu geç gelen ziyafet için.
Dermensch: bende teşekkür ederim sayın K.

2 Eylül 2008 Salı

FELSEFE POLEMİKLERİ 2


Der Mensch: ne kadar büyük çelişkilerle dolu toplumuz.
Üst insanın izinde: neden?
Der Mensch: içki içmeyen adam düzgün adam sayılırken müslüman olduğu için içki içmeyen adam tepki görüyor müslümanım deyip içki içen adamda tepki görüyor.
Üst insanın izinde: ideolojik bir toplumuz biraz.
Der Mensch: ideolojik?
Üst insanın izinde: yani sürekli bizim gibi düşünmeyenleri ötekileştiriyoruz.
Hayata topluma insanlara ve ilişkilere ideolojik bir pencereden bakıyoruz.
Der Mensch: ama biz ne düşündüğümüzüde bilmiyoruz yukarıdaki cümleyi tek bir kişi kullanabilir
Üst insanın izinde: ne düşündüğümüzü bilsek en çok kendi toplumumuza düşman olur muyuz, herkes birbirini boğazlamaya hazır
Der Mensch: kendi kendini de tanımıyor insanlar ben kimim sorusunun cevabı yok
neye inanıyorum sorusunun cevabı yok.
Üst insanın izinde: zaten tüm bu sorular ben kimim sorusunun içinde
Der Mensch: kim olmalı insan?
Üst insanın izinde: böyle bir sorunun cevabı yok
nasıl olmalı demek daha doğru
Der Mensch: peki şööyle bir sorunun
Diye soracakken sen sordun.
nasıl olmalı insan?
Üst insanın izinde: bir kere bugün bize ahlak diye öğretilen tüm değerlerden sıyrılmalı kurtulmalı.
içinde bulunduğu ve kendini sürüleştiren tüm değerleri ve kuralları yıkmalı
özgür ve yaratıcı olmaya çabalamalı
hayata ve hayatın içinde kendi iradesiyle yada başka etkenlerinde etkisiyle yaşadığı yaptığı her şeyi kabullenmeli
zamanın döngüselliğini kavrayarak onu iyi okumalı
ve kendini ona göre konumlandırmalı
ve daha bir sürü şey sayılabilir.
ama bunlar temel kurallar
insan önce kendinin nasıl varolduğunu bilmeli
o süreci iyi idrak etmeli ki
varoluşuna etki edebilme gücü artsın
Der Mensch: o zaman toplum olunabilir mi?
Üst insanın izinde: elbette olunabilir
O zaman olmayacak tek şey cemaat
O zaman cemiyet olunabilir ama
insanları birbirine bağlayan bağlar cemaat bağları olmadığı içinde ne sürüleşirler ne de birbirilerine düşman olurlar
Der Mensch: simmel de buna yakın konuşuyor
Üst insanın izinde: Çünkü Simmel tam da bu dönüşümün yaşandığı bir dönemde tam da bu dönüşümün sancılarının en yoğun yaşandığı bir şehirde doğmuş ve yaşamış.
Der Mensch: biraz zorluyor kitap
yavaş ilerleyebiliyorum
Üst insanın izinde: olsun aceleye gerek yok
sen sosyolojinin temel kavramlarını okumadan onları okuduğun için biraz zor gelebilir
ama zamanla alışırsın
Der Mensch: zaman olgusuna değinirken Berlin’deki bütün saatler sadece 1saat için farklı zamanları gösterse ortalığın nasıl karışacağını söylüyor gerçektende ne komik olurdu
Üst insanın izinde: evet
burda şehir yaşantısının planlanışına vurgu yapıyor
ve modern toplumlarda zaman olgusunun ne kadar yapaylaştığına
modern zaman algısının kurgulanmış bir gerçeklik düzleminde durduğunu anlatmaya çalışıyor.
Der Mensch: peki yukarıya dönüyorum bir tane adamı ele alalım
Üst insanın izinde: evet
Der Mensch : evli 2 çocuğu olan bir memur mesela
metropolde yaşıyor
yada rahatlatalım biraz orta derecede maaşı olan
adam duygusal yapıya sahip
ama karısı ve çocukları çok şeye sahip olmak istiyor
Üst insanın izinde: genelde böyledir zaten
Der Mensch: adam tarihle ilgileniyor
ilgi alanı çevresince saçma bulunuyor
iş yerinde de her kes pahalı zevklere sahip
ama orda o da öyle gözüküyor
şimdi bu adam neye nasıl karar verecek ne olmalı bu adam?
toplumun beklentileri ailenin beklentileri kendinin kendinden beklentileri uzayıp giden beklentiler ve o adamcağız.
Üst insanın izinde: burada başa dönüyoruz
Der Mensch: hepimiz bu haldeyiz işin aslı
Üst insanın izinde: elbette bu haldeyiz
ama bu halden rahatsızsak
pasif bir şekilde bunları kabullenmek yerine bunları aşmaya çalışmalıyız
bunun yolu da içinde bulunduğumuz durumun ötesine geçmeyi
gerektiriyor.
Der Mensch: rahatsız ve tembelsek?
Üst insanın izinde: yani önce kendimizi aşacağız
kendimizden başlayarak içinde bulunduğumuz toplumun kültürün, ahlakın ve siyasal yapının değerlerini kıracağız parçalayacağız
bu elbette kolay olmayacak büyük sıkıntılar yaşayacağız.
Der Mensch: tek bir insan olarak mı?
Üst insanın izinde: ve belki de bizler göremeyeceğiz bunların sonuçlarını
Der Mensch: yaşam şansımız olur mu dediğini yaparsak?
Üst insanın izinde: ama Nietzsche'nin dediği gibi ben gelecek için kendini feda edenleri severim
Der Mensch: kendini feda edecek gücün var mı peki?
Üst insanın izinde: bu gücü depolamalıyız
şu anda benim böyle bir gücüm yok
ama burada anlatmaya çalıştığım top yekün bir savaş değil
dediğim gibi bireysel olarak kendi değerlerimizden inançlarımızdan ve ahlakımızdan başlamaktan bahsediyorum
yani bir Donkişotluk değil anlatmak istediğim
Der Mensch: ama bireysel alırsak değerler değişebilir gene de genel kurallar çerçevesinde olmalı her şey
Üst insanın izinde: bu bir süreç bu süreci iyi okumalı ve bu süreçteki silahlarımızı ve yol haritamızı iyi öğrenmeliyiz
o şekilde bir dönüşümün bizi getireceği yer şu an bulunduğumuz yer olur
çünkü yine cemaatçi yine hegemonik yine kodlanmış değer koyucu bir süreç olur bu
bizim istediğimiz de tam olarak bunu yıkmak buna karşı çıkmak
bu nedenle Nietzsche de üst toplum demiyor üstinsan diyor
yani insan batmalı insan aşılmalı insanın ötesine geçilmeli insan kendinden daha öte bir varlık yaratmalı
Der Mensch: üst insan diyor ama tek bir insanı kast etmiyor bir peygamber yaratmaya çalışmıyor
Üst insanın izinde: tabi ki üstinsan bir model bir ideal, ulaşılması gereken bir ideal,
Nietzsche burada bir insanlık idealini kastediyor.
ve bunu için bize bir yol haritası çiziyor,
çeşitli silahlar veriyor.
amor fati gibi, ebedi tekerrür gibi, güç istemi gibi, aktif nihilizm gibi
o bizi koşullandırmıyor yönlendirmiyor.
durduğu yol ayrımında sadece bizi bu yolların nereye götüreceğini anlatıyor
tercihi bize bırakıyor. Ama üst insanı sevdiğini kendinden daha öte bir varlık yaratanı sevdiğini de söylemekten geri durmuyor.
Der Mensch: ama bu söylediklerinle belli bir seviyeye gelmiş okumuş düşünmüş adamlar belki o şekilde hareket eder ya geriye kalanlar?
Üst insanın izinde: Zerdüşt Böyle Buyurdu'da, Zerdüşt sürekli insanlarla konuşuyor onlara öğretisini anlatıyor.
Defalarca insanlar tarafından alay ediliyor.
Ama hayal kırıklığına kapılmıyor.
Sadece zamanı gelmemiş deyip tekrar dolmak üzere dağlara çıkıyor
ama sonra yine geri dönüp devam ediyor.
Yani anlatacağız konuşacağız alay etseler de gülseler de küçümseseler de tehdit de etseler anlatacağız.
Der Mensch: NE ANLATACAĞIZ?
Üst insanın izinde: insanın neden aşılması gerektiğini ve nasıl aşılacağını
Der Mensch: TEKRAR NET CEVAPLAR İSTERSEK
NEDEN AŞILMALI?
Üst insanın izinde: çünkü bugün içinde bulunduğumuz yapıya hakim olan son insan boş vermiş, tutkulardan, bağlanımdan, herhangi bir şey için riske atılmaktan uzak,
sadece mutluluğu, sahip olmayı, daha çok tüketmeyi ve konforu arayan bir insan tipi.
Bu insanların oluşturduğu toplum da kültürde tüketimi, gösterişi, narsisizmi, egoizmi yüceltiyor.
Der Mensch: PEKİ BU TÜKETMEYİ SAHİP OLMAYI TOPLUMA EMPOZE EDENLER??
Üst insanın izinde: bu bir sarmal bunu kırmak için bir yerlerden gedik açılmalı ve o gedik büyütülmeli.
bu tek tek kişilerin değil
kişilerin oluşturduğu sistemin yarattığı bir şey.
bu durumu aşmak için daha önce anlattığım gibi üstinsan öğretisini, yol haritasını ve araçlarını kullanarak bu durumu değiştirmeye çalışmalıyız.
İnsanları bir günde değiştirmek mümkün değil
Der Mensch: ama insanlar seviyor sahip olmayı iyi hissediyorlar kendilerini mesela depresyona girenler alışverişe çıkıyor saçının modelini değiştiriyor
Der Mensch: ancak herkes şikayetçi bir sürü şeyden
tüm bunlar geçici rahatlamalar sağlıyor
hem fiziki anlamda dünya hem kültürel ve ahlaki anlamda insanlık hem de psikolojik anlamda birey bunu kaldıramıyor artık
Üst insanın izinde: her gün gözlemlediğimiz tuhaflıkların çarpıklıkların sebebi de bu
bu nedenle bir çıkış yolu görürse bu zor olsa da insanlar bunu deneyecektir diye düşünüyorum
yeter ki o noktaya gelinsin
bence o bıçağın kemiğe dayandığı noktaya geliniyor artık
Der Mensch: çıkarlar ?? Feda edilemeyecek çok fazla şey var hayatlarımızda
Üst insanın izinde: artık bunların bizi tatmin etmediğini ve tehlikenin büyük olduğunu göreceğiz
insanlık yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
çürüme artık çok yüksek düzeyde
pis kokular yükseliyor insanlıktan
Der Mensch: kokuyu duyan var mı?
Üst insanın izinde: koku artık kimsenin burnunu tıkayamayacağı bir düzeye ulaştı
bu nedenle her kes rahatsız
ama bütünlüklü olarak göremiyor insanlar
ve bu nedenle çözüm önerisi de getiremiyorlar
Der Mensch: çünkü istekleri farkında olmadan çoğaltılıyor reklamlarla.
Üst insanın izinde: evet
Üst insanın izinde: tercihlerin samanyolu galaksisi diyor Mestrovic.
Der Mensch: neyse kafamda daha konuşulacaklar var ama kendi yazımda kullanmak istiyorum şimdiden ifşa etmeyeyim
Üst insanın izinde: Peki sonra devam ederiz. Güzel bir sohbet oldu yine, seni kafandaki sorularla baş başa bırakıyorum ama ben bu cevaplarla ne yapacağım bilmiyorum.

8 Ağustos 2008 Cuma

FELSEFE POLEMİKLERİ


Der mensch:
nihilizm den bahsedecektin var mı zamanın?
Üstinsanın izinde:
10 DAKKA SONRA OLURMU KAFAM DAĞINIK...
der mensch:
ok.
Der mensch:
hiç çilik demek mi diyede sorayım halk ağzıyla nihilizm için ordan başla başladığında ulan şu sohbetleri askerde etmedik o kadar sıkılcak bunalıp hiç birşey yapmıycak ne vardıysa
Üstinsanın İzinde:
valla askerde felsefe olmuyor benim beynim durmuştu
der mensch:
neyse anlat bakalım
Üstinsanın İzinde:
neyse
Üstinsanın İzinde:
nihil aslında hiç demek
Üstinsanın İzinde:
kelime olarak nihilizm hiççilik anlamına geliyor
Üstinsanın İzinde:
ancak bilirsin kelime anlamı hiçbir zaman kavramı karşılamaz
Üstinsanın İzinde:
yoksa nietzsche gibi bir varoluşçu nasıl nihilist olurdu
Üstinsanın İzinde:
bu arada ordamısın
der mensch:
burdayım okuyorum
Üstinsanın İzinde:
boşa yazmayayım da
Üstinsanın İzinde:
nihilizmin iki türü vardır dün dediğim gibi
der mensch:
evet söylemiştin
Üstinsanın İzinde:
birincisi aktif nihilizm ki nietzschenin savunduğu ve insanı yokoluşa boşvermişliğe yokluğa değilde mücadeleye kendini aşmaya hatta kendini aşmak uğruna kendini parçalamaya götüren budur
der mensch:
bilinmeyende bu sanırım
Üstinsanın İzinde:
diğeri ise pasif nihilizmdir ki o zaten halk arasında nihilizm denince akla gelir ve insanı bir boşluğa boşvermişliğe sürükler
Üstinsanın İzinde:
pasif nihilizm son insanın karakteridir der nietzsche
Üstinsanın İzinde:
yani kendi kendini aşamayan içinde doğduğu toplumun değer yargılarına ve normlarına hapsolmuş bunların yanlışlarını göremeyen kendini eleştiremeyen çöküşü ve çürümeyi olduğu gibi kabullenen
der mensch:
buna itiliyo bilinçli olarak günümüzde, çağımızda
Üstinsanın İzinde:
yani günümüzde eleştirdiğimiz şikayetçi olduğumuz tüm durum ve değerlerin bataklığına batmış insan yani son insan yani biz
Üstinsanın İzinde:
işte dediğinden dolayı tam da bu noktada aktif nihilizm ortaya çıkıyor
Üstinsanın İzinde:
nietzsche bir yol ayrımında olduğumuzu söylüyor
Üstinsanın İzinde:
ya pasif nihilizm yolunu seçecek ve bu kaos karmaşa tüketim köleliği gösteriş çılgınlığı düşünenmeme üretememe eleştirememe vs. içinde kaybolup gideceğiz
der mensch:
aslını istersen açıkça görülüyorki o yolda gitmekteyiz 3-5 deliyi saymazsak gerçekleri görebilen bir şeylere karşı koymaya çabalayan
Üstinsanın İzinde:
yada aktif nihilizm yolunu seçecek ve kendimizden başlayarak içinde bulunduğumuz değerleri değer yargılarını kurumları ve duyguları aşacağız
Üstinsanın İzinde:
bunun için ilk önce insan kendinden başlamalı putları yıkmaya
Üstinsanın İzinde:
insan kirli ve aşılması gereken bir nehirdir
Üstinsanın İzinde:
ve bu nehri aşabilmek için okyanus olmalıdır o okyanusta üstinsandır
Üstinsanın İzinde:
bunun için öncelikle kendi değer yargılarımızdan ahlakımızdan duygularımızdan inançlarımızdan yani bir bütün halinde kendi varoluşumuzdan başlamalıyız yıkmaya
Üstinsanın İzinde:
üstinsana ulaşmak için hem çekiç hem de taş olmayı öğrenmelidir insan diyor üstat
der mensch:
ama tüketim toplumunun içindeyiz feda edemiyeceğimiz şeyler var aile, sosyal statü, sahip olmak zorunda hissettiğimiz reklam dayatmaları
Üstinsanın İzinde:
kendine gülebilen kendini eleştirebilen içinde yetiştiği toplumun ahlakından değer yargılarından kopmayı başarabilmek için öncelikle bir yol haritasına ihtiyacımız var
Üstinsanın İzinde:
buda üstinsan öğretisi
Üstinsanın İzinde:
çavuşum çekiç diyorum statü falan hepsini değiştirmek gerekiyor
Üstinsanın İzinde:
yani tüm bunlardan kurtulabilmek için önce kendimizi aşacağız kendimizi yıkacağız
der mensch:
ben biraz yapabiliyorum onlar öz eleştiri kendim üzerine espri falan ama onları kendi içimde getirdim kimse öğretmedi
Üstinsanın İzinde:
ne mutlu sana sen 1-0 önde başlamışsın
Üstinsanın İzinde:
demek istediğim yaratıcı yıkma pasif nihilizmdeki gibi yokedici bataklığa sürükleyen yıkma değil
Üstinsanın İzinde:
yeni bir şey yaratmak için eskisini yıkmalıyız sonuçta yumurtaları kırmadan omlet yapamayız
Üstinsanın İzinde:
mühim olan zaten önce insanın kendini tanıması
Üstinsanın İzinde:
buda bir yolculukla olabilir ancak kendine yolculuk
der mensch:
o zaman toplumdan soyutlanmaz mı insan
Üstinsanın İzinde:
bu süreci iyi anlamalıyız bunun için yol haritamızı iyi okumalıyız
der mensch:
onu okumadık nietzscheye gelemedik schopenhaueri geçipte
Üstinsanın İzinde:
bu noktada amor fati güç istemi yaratıcı yıkma üstinsan son insan vb. kavramlar önem kazanıyor bunları iyi kavrarsak yolumuzu aydınlatabiliriz
Üstinsanın İzinde:
aktif nihilizm üstinsanın varoluşunda kendini buluyor
Üstinsanın İzinde:
üstinsana giden yolda bir anahtar aktif nihilizm
Üstinsanın İzinde:
bu felsefe zaten varoluşçu bir felsefe
insan varoluşunun yıkılıp yeniden ve daha farklı şekilde yeniden inşası
ancak hataya düşme üstinsan üstün ve ya üstte değil sadece ulaşılması gereken bir ideal
der mensch:
Peki bir yaratıcı yani tanrı falan varmı yön verici bu felsefede
Üstinsanın İzinde:
tabiki aynının ebedi dönüşünden bahsediyor nietzsche
Üstinsanın İzinde:
bu dönüşü ortaya koyan sadece tek başına insan değil
Üstinsanın İzinde:
bu noktada nietzscheyi biraz kenara bırakıp bizi biz yapan hikayeler diye bir kitap var ona bakalım
der mensch:
ben aldım onu ama okuyamadım yahu
Üstinsanın İzinde:
çok güzel oku
der mensch:
hemde zor buldum kalkmış yayından
Üstinsanın İzinde:
onda kalemi elimize almaktan bahsediyor
Üstinsanın İzinde:
yani tanrı yazıyor ama bu süreci iyi kavrarsak farkında olursak kalemi onun elinden bir süreliğine alabiliriz
der mensch:
güzel söz aradığım cümle buydu sanırım kaderle ilgili
Üstinsanın İzinde:
evet yazarı papaz ama yazdıklarını okusan
Üstinsanın İzinde:
çok harika kitap iki defa okudum
Üstinsanın İzinde:
bence ordan başla birrdee schopenhauer den önce nietzsche okusan herşey daha zevkli ve anlaşılır gelir
Üstinsanın İzinde:
ayrıntıdan nietzsche ile ilgili 4 kitaplık bir seri çıktı onları oku nietzsche yi kavrarsın
der mensch:
nietzschede schopenhauer okumuş ama tersten başlamış olmaz mı
Üstinsanın İzinde:
işte onu diyorum ozaman schopen de çok zevkli ve anlaşılır oluyor
der mensch:tamam ozaman şu elimdeki kitabı bitirip başlayayım
Üstinsanın İzinde: güzel sohbet oldu tekrarlayalım haftaya.
der mensch: gerçekten iyi olur.
Üstinsanın İzinde: haftaya görüşürüz ozaman.
der mensch: görüşürüz

ARAF

ARAF, iyinin ve kötünün ötesinde ve onları bilenlerin tepesi...